11 Eylül 2011 Pazar
Bir iki gün önce, Avrupa Kıtası’nı diklemesine keserek, iyice Kuzey’e, Baltık Denizi kıyısındaki İsveç’in başkenti Stockholm’e geldim.
İki gün ya kaldım ya kalmadım, bu sefer İsveç’i Doğu’dan Batı’ya enlemesine keserek Stockholm’den Göteborg’a, dolayısıyla Baltık Denizi’nden Kuzey Denizi’ne geçtim.
Türkçede kısa süreli konukluğa ‘ateş almaya mı geldin’ denir...
Çünkü...
Eskiden kibrit yokmuş. Ateş sönünce ateş küreği ile komşuya gidilir bir parça ateş alınırmış.
Ateş almak için komşuya geçen kadınlar kürekteki ateş sönmesin diye oturup lafı uzatmaz, acele ederlermiş.
Kapıdan içeri girmeyerek kısa bir konuşmadan sonra gitmek isteyen ziyaretçilere:
‘Ateş almaya mı geldin’ denmesi de işte bu devirlerden kalma...
***
İnsan odaklı refah ülkeleri olan bu İskandinav coğrafyasına, özellikle de İsveç’ e ne zaman gelsem aklıma ‘ateş’ değilse de ‘kibrit’ gelir.
Ergenlikten gençliğe geçerken hobilerimden biri de tüm dünya ülkelerinin kibritlerini biriktirmekti.
Dönemsel aralıklarla Türkiye’ye gelen ve bize de uğrayan İsveçli bir gazetecinin benim bu merakımı unutmayıp, bana koca bir paket İsveç kibriti getirmesi zihnimde İsveç ile özdeşleşen sabit bir resim olarak kaldı.
Üstelik tarihlere dönüp bakınca, İsveç ile kibrit ilişkisinin sadece benim zihnimdeki bir eşleştirme olmadığı da görülmekte...
***
Kibrit, 1809’da İngiliz bilim adamları tarafından icat edildi. Bu küçücük âlet, uçlarından biri içinde potasyum klorat bulunan bir karışıma batırılmış küçük bir kükürtlü tahta parçasından ibaretti. Tutuşturmak için yoğun sülfürik aside daldırmak gerekiyordu. Bu da tehlikeli ve oyalayıcı bir işti.
Kullanılışı daha basit olan ilk kibrit 1830’lu yıllarda, on dokuz yaşındaki Fransız Charles Sauria tarafından geliştirildi.
Sauria bu karışıma, basit bir sürtünmeyle alev alıveren beyaz fosfor katmayı akıl etti.
Daha sonra İsveç’te, çakma yerine sürülen bir başka karışıma kırmızı fosfor katıldı ve kibritin ucunda sadece potasyum klorat kaldı, böylece İsveç kibriti bulunmuş oldu.
***
Danimarkalı Hans Christian Andersen’in ünlenmesine neden olan ‘Kibritçi Kız’ masalı...
Aki Kaurismaki’nin yönettiği 1990 Finlandiya/İsveç yapımı film ‘Kibritçi Kız’...
Beş altı yıl önce, Fransız yazar Robert Sabatier tarafından yazılan ve dünyada çok ünlenenİsveç Kibritleri adlı dramatik roman...
Ve diğerlerinin hep bu topraklarla irtibatlı olması da bu nedenledir...
***
İsveç’in kibritinin altından çok sular aktı, kişi başı kırk bin dolarlarla bugün İsveç çok gelişmiş ve çok önde koşan bir ülke.
İsveç, The Economist’in Demokrasi İndeksi’ne göre birinci sırada.
Dünkü yazımda da hatırlattığım üzere Küresel Rekabet sıralamasında üçüncü sırada.
Birleşmiş Milletler’in İnsani Gelişme Endeksi’ne göre ise yedinci sırada.
1 Ocak 1995 tarihinden beri de bir Avrupa Birliği ülkesi.
***
Kuzey’de, 450 bin kilometrekarelik koca bir alana yayılmış olan yaklaşık 10 milyonluk İsveç’in nasıl bu kadar dünyalı olduğunu merak eder dururum...
Galiba bunun nedenlerinden biri herkesin ana dili olan İsveççe gibi İngilizceyi de bilmesi... Öyle ki televizyonlarda konuşmalar İngilizce, alt yazılar ise İsveççe...
Ortaokuldan liseye geçebilmek için de tek şart İsveççe, İngilizce ve matematik derslerinde başarı olmak.
İsveçliler İsveç’te oturuyor ama İngilizceyi adeta bir ikinci ana dil yaptıklarından dünyada yaşıyorlar... O kadar dünyalı olunca, dünya da ister istemez bir ölçüde İsveçli oluyor...
***
İsveç ırkının güzelliğini sona bıraktım.
Arap gezgin İbn Fadlan, Vikingleri anlatırken şu cümleyi kullanıyor:
“Daha önce hiç bu kadar mükemmel fiziksel özellikte bir halkı gördüğümü hatırlamıyorum. Hurma ağacı gibi upuzun, sarışın ve al yanaklılar”...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder