7 Eylül 2011 Çarşamba
Karşısında yalnızca Türkiye varmış gibi davranıyor İsrail; fena halde yanılıyor. Türkiye’den yükselen ses coğrafyanın hemen her köşesinden işitiliyor ve dikkate alınıyor...
Yukarıdaki cümleyi ‘İsrail’in adını anarak başlattım, ancak siz sözcüğü başka ülkelerin isimlerini yazarak da okuyabilirsiniz. Türkiye, bugün, kendi çıkarlarını geri plana itebilecek kadar ‘insanlığın vicdanı’ istikametinde hareket etmeye çalışan bir ülke olarak algılanıyor.
Bugün de büyük çapta geçerliliğini sürdüren dünya düzeni 2. Dünya Savaşı sonrasında oluştu. Bu sistemin hemen her alanda kurumsal bir temsilcisi var. Birleşmiş Milletler (BM) bunlar arasında ismi en bilineni; ancak güvenlikten maliyeye uzanan geniş bir alanda faaliyet gösteren pek çok uluslararası kurum, devletler tarafından kabul edilmiş nice ortak uygulama, insanlığa çok pahalıya mal olmuş büyük savaş sonrasında oluşturulan aynı düzenin eseri...
Hepsinin temelinde uluslararası hukuk yatıyor. BM’nin hakemlik rolüne, arabuluculuğuna, barış-gücü olarak güvenliği sağlamasına itiraz edilmiyorsa, ABD’nin ulusal parasının uluslararası bir değer olmasına ses çıkarılmıyorsa, devletler insanlığa karşı suç işleyenleri yargılanmak üzere elleriyle Lahey’deki mahkemeye teslim ediyorsa...
Uluslararası hukuka uygun olduğuna inanılan dünya düzeni zarar görmesin diyedir.
Aslında hemen her devlet, bu düzenin zaman içerisinde hayli yara aldığını, ilk oluştuğu günlerdeki masumiyetini çoktan kaybettiğini, haklılıkla güç arasındaki dengenin güç lehine işlemeye başladığını, bazı ülkelerin diğerlerinden daha eşit muamelesi gördüğünü biliyor. Biliyor, ama düzenin özü dengeyi yine de koruduğu için, görünür hale gelen yanlışlıklara karşı kimse sesini yükseltmiyor.
İsrail ve ABD gibi ülkeler bu durumdan yararlanıyorlar; hem de çok yararlanıyorlar.
BM, savaş-sonrası dönemin güçler dengesini yansıtan bir yapılanmayla oluşmuştu; o yüzden de ABD yeni sistemin sahibi olma hakkını taşır gibi davranırken, onun yanıbaşında yer alanlar ile o dönemdeki belli başlı muarızları en etkili koltukları ellerinde tutuyorlar...
İsrail de o günün şartlarında vücut bulabildi.
Şartlar değişti, devran farklılaştı, güçler arttı veya zayıfladı, buna karşılık 1945 yılının tablosu düzende ağırlığını hâlâ koruyor.
Türkiye’den yükselen farklı ses şimdilerde İsrail’i hedef alıyor görünse de, aslında dünyada geçerliliğini sürdüren uluslararası sisteme bir itiraz. Sistemin uluslararası hukuk adına hakemlikten uzaklaşıp keyfiliğe kaymasından şikâyet ediyor Türkiye. Sistemin boşluklarından yararlanan, eski (1945) ile yeni (2011) arasındaki farkları kendilerine yontan, dünyanın barış ve huzur içerisinde olması hedefi yerine kendilerinin refah ve güvenliğini ön planda tutan üç-beş ülkeye ciddi bir uyarı...
Dünya düzeni vicdan ile cüzdan arasına sıkışmışa benziyor. Vicdanını yitiren, bu yüzden her türlü yanlışlığı yapabilecek hale gelen insanlığı, Türkiye, hakka, adalete, doğruluğa, barışa davet ediyor.
Kalp ve vicdan yitirilince, gözler görme, kulaklar işitme işlevini yerine getirmeye devam eder mi?
Bu sorunun doğru cevabını süreç tamamlanınca öğrenebileceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder