Bugün 11 Eylül 2011...
“İkiz Kuleler’e saldırı”nın, yani “11 Eylül tezgâhı”nın 10. yılı... “Bin yıl yaşayacak” denilen 28 Şubat nasıl ki birkaç yıl sonra “havası alınmış balon” gibi sönmüş ve “bumburuşuk” olmuştur, 11 Eylül 2001’deki “İkiz Kuleler” olayının bir “tezgâh” olduğu da gözler önüne serilmiştir... 28 Şubat; “Türk derin devleti”nin bir operasyonu idi... 11 Eylül olayı da “ABD derin devleti”nin tezgâhıdır.
4 BİN YAHUDİ NEREDE?
Verdiğimiz “hüküm” budur!..
Şimdi de gelelim, hükmümüzün gerekçelerine... Önce, “kayıp 4 bin Yahudi”den başlayalım...
Bir zamanlar Ülker’in bir “Çokoprens” reklâmı vardı... Gelin hanım hazırdı, nikâh memuru hazırdı, davetliler hazırdı, ama “damat bey” ortalarda görünmüyordu.
Soruyordu nikâh memuru;
“Damat bey nerede?”
Cevap veriyordu davetlilerden biri:
“Çokoprens almaya gitti”
Dünya Ticaret Merkezi’nin 2 kulesi 2001’de çökmüştü ya, hemen ertesi gün bir haber geçmişti ajanslardan:
“4 bin Yahudi kayıp!”
Ne var ki;
Bu yönde, “hiçbir bulgu” ve bilgiye rastlanamadı şu ana kadar!..
Tam aksine;
326 Türk’ün kurtulduğu, 131’inin ise “kaybolduğu” o enkazın altından, “bir tek Yahudi bile” çıkmadı!..
Ne ölü, ne de sağ!..
Bütün ülkelerin “ölü”leri de belliydi, “kayıpları” da!..
Enteresan olanı şuydu ki;
“Kayıp listesi” verenler ve resmen açıklananlar arasında “İsrail yok”tu!..
İyi de;
İsrail’in, saldırının daha “ilk günü” Dünya Ticaret Merkezi’nde çalıştığını ve “kayıp” olduğunu açıkladığı “4 bin Yahudi” nerede?..
Hani, diyorum ki;
Acaba, “Çokoprens” almaya mı gitmişlerdi o gün?..
Siz bakmayın, soruyu “şaka yollu” sorduğuma... Bu soru, 10 yıldır ciddi ciddi soruluyor;
“4 bin Yahudi nerede?”
Acaba;
“Bir saldırı olacağı”ndan önceden haberleri vardı da, özellikle mi “iş başı” yapmadılar o gün?..
Öyle olmalı ki;
“İkiz Kuleler’in enkazı”ndan çıkması beklenen 4 bin Yahudi, hâlâ “sağ”lar ve “işlerinin başında”lar!..
Çünkü, 11 Eylül günü;
“Çokoprens” almaya gitmişlerdi!!!..
ÖLÜ EYLEMCİLER HAYATTA!
Şimdi de, dikkatinizi, çok önemli bir ayrıntıya çekmek istiyorum;
Dünya Ticaret Merkezi’ne çarpan 175 sefer sayılı uçak; hadi binaya gömüldü diyelim, peki Pentagon’a çarpan 77 sefer sayılı uçak nerede?..
Olaydan sonra, o uçaktan “minnacık bir parça” bile bulunamamıştı, iyi mi?..
O zaman demişlerdi ki;
“Yangın eritti!”
Tam da;
“İnek nerede?.. Dağa kaçtı... Dağ nerede?.. Yandı, bitti, kül oldu” türünden bir masal!..
Orada bir “delik” vardı, ama ortada “uçak” yoktu!..
Sonradan anlaşıldı ki;
O delik, “uçağa” ait değil, “ABD derin devleti”nin fırlattığı bir “füze”ye ait!..
Neyse, biz gelelim “terörist listesi”ne!..
ABD’nin; “Eylem yapan teröristler” olarak, hem de “pasaportları”yla birlikte ilân ettiği listedeki isimlerin hepsi, “Müslüman” isimleriydi!.. “İslâmi terör” diyecekler ya, kılıfı baştan hazırlamışlar!..
Anlayacağınız;
Adamlar; ne kadar “Arap” varsa, yazmışlardı alt alta!.. “Arap yolcu” eşittir “terörist” olarak!.
Sonra ne oldu, biliyorsunuz.
Suudi Arabistan İçişleri Bakanı Prens Naif, çıkmıştı CNN International ekranlarına ve demişti ki;
“Uçaklarla saldırı düzenlediğini iddia ettiğiniz 19 kişiden 7’si şu anda hayattadır ve işlerinin başındadır... Kimi S. Arabistan’da, kimi Fas’ta çalışmaktadır!..
Halen S. Arabistan ve Fas’ta yaşamakta olan bu insanlar, ABD’de nasıl eylem yapabilir ve ölmüş olmaları gerekirken, burada nasıl yaşayabilir!.. Bu liste, düzmecedir!.. Saldırıya katıldığını iddia ettiğiniz isimlerden biri de, geçen yıl meydana gelen bir uçak kazasında ölmüştür!.. Kazada ölen bir adam, nasıl saldırıya katılır?!?”
Bunu da böylece belirledikten sonra, gelelim “komedinin son perdesi”ne!..
Efendim;
Malûmlarınız olduğu üzre, DTM ve Pentagon’a yönelik “eylem”in ilk sıradaki zanlıları arasında bulunan isimlerden biri de Muhammed Atta idi!..
Atta’nın babası, her ne kadar “Saldırıdan 24 saat ve 48 saat sonra oğlumla iki defa telefonla görüştüm... Ancak şu anda haber alamıyorum... Hayatından endişeliyim!” dese de, FBI, Muhammed Atta’da hâlâ ısrarlı idi!..
Diyorlardı ki;
“Amerikan Airlines’e ait 11 sefer sayılı Boing 767 uçağını o kullanıyordu!”
Oysa, Muhammed Atta’nın, o koskoca “Boeing uçağı”nı kaldırması mümkün değildi!..
Diyeceksiniz ki, niye?
Bir kere; Muhammed Atta ve arkadaşı Mervan El Şehri’nin “Boeing” hakkında bilgileri yoktu!..
Evet yoktu... Çünkü onlar, “Cessna tip uçaklar”da uçuş eğitimi almışlardı!..
Evet;
2000 yılının Eylül ve Ekim aylarında sadece “3 haftalık bir kurs” görmüşlerdi!..
Söyleyin hele;
“3 haftalık kurs” ile ve üstelik “Cessna” tipi uçak üzerinde eğitim alan bir pilot, kaldırabilir mi koskoca “Boeing uçağı”nı?..
UÇAKTA ÖLDÜ, ALMANYA’DA YAKALANDI!
Hadi, bir örnek daha vereyim:
Hatırlar mısınız; 11 Eylül 2001 günü, Amerikan CNN Televizyonu’ndan bütün dünyaya yayılan bir haber, herkesi heyecanlandırmıştı!..
Heyecanlanmamak mümkün değildi...
Zira, “İkiz Kuleler’den birinin vurulmasında” kullanılan Amerikan Airlines uçağının “yolcuları” arasında bulunan bir kadının, evet Barbara Olson adlı kadının “kocasına telefon açtığı” ve “teröristler uçağı kaçırıyor” dediği bildiriliyordu!..
Aaa, o da ne?..
Barbara Olson, biraz sonra; “bir defa daha” arıyordu kocasını!..
Bu defa, “veda” ediyordu kocasına!.. “Biraz sonra kulelere çarpacağız!.. Seni çok seviyorum Ted!.. Çocuklarımıza çok iyi bak!.. Elveda!”
Sonra?.. Evet, ya sonra?..
Sonra, malûm son!..
Kule paramparça!.. Uçaklar paramparça!.. Ve tabii, Barbara Olson’un cesedi de paramparça!..
Mı acaba?!?..
Hayır, Barbara Olson’un cesedi paramparça değil!.. Çünkü Barbara Olson, o an “uçakta” değil!.. Dolayısıyla; “uçaktan yapılmış böyle bir telefon konuşması” da yok!..
Nitekim, “11 Eylül 2001’de uçakta ölen”(!) Barbara Olson, yanılmıyorsam olaydan 3 yıl sonra “Polonya-Almanya sınırı”nda yakalandı!.. Üzerinden “Vatikan pasaportu” çıktı ve yargılanmak üzere ABD’ye götürüldü!.. Sonra ne oldu, bilmiyorum!..
Bildiğim şu ki;
Barbara Olson, “Amerika’nın Irak’ı işgal etmesi” için kampanya açan Fox TV’nin “yorumcuları” arasındaydı!.. Kocası da, “Bush oğlu Bush’un babası” döneminde, ABD yönetiminde “idari memur” olarak çalışan Ted Olson’du!..
Ne var ki;
Bütün bunlar, her zaman olduğu gibi, “sonradan” ortaya çıktı!..
Yani, “dolma”lar yutulduktan!..
Yani, “tuzluk”lar kapılıp koşulduktan,
Oltalara, “sazan” gibi atlandıktan!..
Kısacası, “atı alan, Üsküdar’ı geçtikten” sonra!..
Oysa; günlerce “Barbara Olson dolması”nı yutturmuşlardı dünyaya!.. Ve tabii, Türk matbuatına!..
“Ne cesur kadın”dı şu Barbara!..
Ve de, kocasına ne kadar düşkün!..
Teröristler(!)in kaçırdığı uçaktan “telefon” edecek kadar “cesur”, kocasına “Seni seviyorum” diyecek kadar sevgi dolu, “Çocuklarımıza iyi bak” diyecek kadar da müşfik bir anne!..
Ne “dolma”ydı ama!..
Nasıl da yutturdular bize!?!..
Salaklığımıza doymayalım!..
LADEN KASETLERİ DÜZMECE!
Bu olayla ilgili daha nice “ayrıntı” var ki, hepsini yazmaya kalksam; “ABD’nin Yalanlar Tarihi” adlı “ciltler dolusu bir ansiklopedi” çıkar ortaya!..
Ama, anladınız herhalde;
“11 Eylül 2001 saldırısı”nın Usame bin Laden’le de, El Kaide ile de bir ilgisi yoktur!.. “Peki, kim yaptı?” diyecek olursanız, onu; “Saldırı günü İkiz Kuleler’deki iş yerlerine gelmeyen 4 bin Yahudi”ye sormak gerekir!..
Bu işi, en iyi onlar bilir!..
Kaldı ki;
“11 Eylül 2001 saldırısı”ndan sadece 17 gün sonra, yani 28 Eylül 2001’de bir kasedi yayınlanan Usame bin Laden, o “kaset”te diyordu ki;
“Saldırı bizim işimiz değil... Çünkü biz masum insanları öldürmeyiz!”
Usame’nin, saldırıdan 11 gün sonra, yani 3 Kasım 2001’de de bir kasedi yayınlandı... Orada da diyordu ki;
“11 Eylül’ü biz yapmadık... Kâfirlerin başında George W. Bush var!”
Bu iki kaset “orijinal”dir...
Ama ondan sonra yayınlanan kasetlerin hepsi “düzmece”dir, “imalat”tır!..
Amerika’nın önde gelen Bin Laden uzmanlarından olan Profesör David Ray Griffin’in, “Yaşıyor mu, Öldü mü” adlı kitabında açıkladığı bilimsel kanıtlar, o günlerde herkesin dikkatini çekmişti... Bin Laden’in 2001-2008 döneminde yayınlanan tüm mesajlarını inceleyen Griffin, tüm kasetlerin ABD ve İngiliz gizli servislerinin işi olduğunu yazıyordu.
Sizin anlayacağınız; görüntülerdeki kişi, “makyaj” yapılarak “Usame bin Laden’e benzetilmiş bir aktör”dü!.. Usame’ye “benzetilmeye” çalışıldığı ama “ayrıntı”ların unutulduğu bir “aktör”!..
Çünkü efendim;
¥ Usame bin Laden’in bütün görüntülerini inceleyin; hiçbir görüntüde “altın yüzük” göremezsiniz!.. Çünkü o, “Selefî” idi... Selefîler “altın yüzük” takmazlar... Ama, “Laden” diye yutturulan “aktör”ün parmağında “altın yüzük” vardı!..
¥ Ayrıca, Laden “solak”tı!.. Ama, görüntülerdeki aktör, “sağ eliyle” yazı yazıyordu!..
¥ Daha da önemlisi, Usame, “silahını hiç yanından ayırmaz”dı!.. Ama o görüntülerde, “silah” yoktu!..
¥ “Laden’i oynayan aktör”, o kasette diyordu ki; “11 Eylül’de o demir iskeletli koca binaları yıktık!”
“Çakma Laden”i ekranlara sürenler, belli ki bir “ayrıntı”yı atlamışlardı.
Laden, bir “inşaat mühendisi”ydi!..
Dolayısıyla, hiçbir inşaat mühendisi; “çelik iskeletli” gökdelenlere, kalkıp da “demir iskeletli” demez!..
Herhalde sizler de fark etmişsinizdir; daha sonra ortaya çıkan “sesli kaset”lerin hiçbirinde “güncel bir olay”dan söz edilmiyordu... Belli ki, Laden’in “ses”leri toplanmış, birbirine eklenmiş ve “montaj” yapılıp, ekranlara sürülmüştü!..
İSRAİL İÇİN YOLUN SONU!
Uzun lâfın kısası;
“İkiz Kuleler’in yıkılması” elbette bir “gerçek”tir!.. Ama, bunun dışındaki her açıklama “palavra”dır!..
“Kimyasal silâh” yalanıyla Irak’ı işgal eden ABD, “Usame vurdu” yalanıyla da Afganistan’ı işgal etmiştir.
Ama, şu da bir gerçek: ABD’nin kendisi de “işgal” altındadır... Dilipak’ın dün yazdığı gibi; “ABD doları”nı bile “kirayla” kullanan ABD, Beyaz Saray’da bile “Yahudi’nin kiracısı”dır!..
İsrail, “son kullanma tarihi”ne kadar kullandığı liderleri, daha sonra “tarihin çöp sepeti”ne atmaktadır...
İşte Saddam, işte Mübarek ve işte Zeynel Abidin bin Ali!..
Ne var ki; uyanan halklar, “kendi despotları”nı göndermekle kalmıyor, “despotları yöneten İsrail”e de kafa tutuyor... “Mısır halkı”nın dün gerçekleştirdiği ve “İsrail elçiliği”ni bastığı “İkinci Tahrir İsyanı”nı böyle okumak gerekir!..
İsrail, “yolun sonu”na gelmiştir!..
Aldatılan eş olmak!
“PKK imamı” hakkında dün yazdığım yazının başka bir boyutunu da bugün yazmak istiyorum... PKK’nın tayin ettiği Ubeydullah Özmen ve yine PKK’nın onayladığı BDP Milletvekili Bengi Yıldız’ın; “Diyarbakır’da sivil Cuma, Bodrum’da cıbıl kuma”larla meşgul olması, elbette “siyasi ve ahlâki bir mesele”dir. Ama olayın, bir de “psikolojik” boyutu var... Görüyorsunuz, özellikle “kartel gazeteleri”nde hemen her gün “kadına şiddet”ten dem vuruluyor... “Filanca kadın kocasından dayak yedi, filanca kadın sokak ortasında öldürüldü!”
Yazılanların hemen hepsi doğru... Ama unutmayalım ki; bu haberleri veren gazetelerin hemen hepsi, aynı zamanda “zinanın serbest bırakılması” için kampanya açan gazetelerdir... Aynı gazetelerin; bu tür olayların bin beterinin Batı ülkelerinde de meydana geldiğini görmezden geldiklerini unutmayalım...
Tamam, Türkiye’de “kadına şiddet” vardır ve gazeteler bu tür haberleri “kampanya”ya dönüştürmüş durumdadır... Ama, sormak gerekmez mi; Ubeydullah Özmen ve Bengi Yıldız’ın yaptıkları da, “kadına şiddet” ve hatta “kadına işkence” değil mi?.. Bunu niye gündeme getirmiyor kartel gazeteleri?.. Yoksa, “aynı işi kendileri de yaptıkları için” mi?!?..
“Kocası tarafından aldatılan eş” olmak, bir kadın için az “işkence” midir?.. “Aldatılan” o kadınlar, bu “travma”yı ömür boyu yaşamaz mı?.. “Kadına şiddet”i bir kampanyaya dönüştüren “mezhebi geniş” kartelozlar, bu şiddete, bu zulme, bu işkenceye niye sessiz kalıyor?.. “Kadının yüzüne vurulan darbe”ler bir “şiddet”tir de, “ruhuna inen darbe”ler şiddet değil midir?..
Bu olayları kampanyaya dönüştüren gazetelerin amacı “kadınları korumak” mıdır, “zinayı yaygınlaştırmak” mı?..
Yoksa, bu da “organize işler”den midir?!?.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder