16 Eylül 2011 Cuma
Gündemin arasında kaynayıp gitmiş gibi görünse de, MİT-PKK görüşmesi olarak kamuoyuna yansıyan kayıt, uzun süre tartışılacak gibi. Henüz, bahse konu kaydın ve ondan ortaya dökülen metnin doğruluğuna dair bir bilgimiz yok. Metinde kopukluklar, hatta tuhaf karşılanacak sözler var. Ama geneline baktığınızda böyle bir konuşma, adı geçen taraflar eliyle gerçekleşmiş izlenimi veriyor.
Buraya kadar bir sorun yok. Terörle mücadele zorlu bir süreç ve esasen bu sürecin belki de en mayınlı alanlarından birisi bu tür müzakerelerin yürütülmesi. Dolayısıyla bu meseleyi niçin müzakere ettiğimizi değil, nasıl müzakere ettiğimizi tartışmak çok daha akıllıca olur. Türkiye, terörle mücadele ederken, karşısındaki sorunun kaynağı, nasıl bir yönde gelişebileceği, bunun siyasal, toplumsal, hatta uluslararası maliyetlerinin ne olabileceği konusunda yeterince kafa yormadı. Meselenin ‘Bunlar bir avuç eşkıyadır, devlet bunlara boyun eğmez’ şeklinde ele alınması, yahut TRT bültenlerine sıkça konulan ‘Örgütte çözülmeler başladı, ha bitti ha bitiyor’ haberleriyle yansıtılması, bize gerçekten pahalıya mal oldu.
İstihbarat zafiyeti
Kabul edelim ki PKK’yla mücadeleyle geçen yıllar, bizim hemen tüm alanlardaki algılarımızı bir şekilde etkiledi, hatta dönüştürdü. Güvenlik algımız, güvenlik bürokrasimizin dünyayı algılama biçimleri, sorun yönetebilme kabiliyetimiz yıllar içinde ciddi değişimler yaşadı. Ancak bu değişim sürecinin, daha ‘akil’ olana doğru gidiş olduğunu söylemek hiç de kolay değil. Devlet dediğimiz devasa yapının en önemli parçaları ya da araçları, sorun çözücü olmaktan çıkıp, onları daha da derinleştirdi ne yazık ki.
Böyle bir mücadelenin olmazsa olmazı istihbarat faaliyetleridir ve bu alanda ciddi zaaflar içinde olduğumuz söylersek, herhalde kimseye haksızlık etmiş olmayız. İstihbarat zafiyetinden kastım, sadece terörle mücadeleyi kapsamıyor. Toplamda Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğundan tutun, gelecek öngörülerine kadar geniş bir alanda doğru okumalar yapamayan bir anlayıştan söz ediyorum.
Sonuçta çok parçalı bir istihbari yapıdan söz etsek de, buradaki merkezi yapının, Milli İstihbarat Teşkilatı olduğunu tespit etmek gerekiyor.
Teşkilat dünyayı nasıl okuyor
Yakın zamana kadar MİT adına yapılmış belki de en parlak çıkış, Soğuk Savaş döneminin bitip yeni bir dünyanın kurulduğuna dair ortaya konulan resmi analizdi. Emre Taner döneminde teşkilatın 80. kuruluş yıldönümünde yayınlanan metin hayli gürültü koparmıştı. Bu metin hayli güçlü bir kurguya sahipti ve Türkiye’nin kurulacak yeni dünyada nasıl bir yer alacağına dair teşkilatın ya da teşkilatta birilerinin hayli ciddi bir entelektüel süreç yaşadığını işaret ediyordu. Bilmediğimiz tek husus, bunun teşkilat içinde stratejik akla sahip birileri tarafından mı yapıldığı, yoksa kurumsal bir çalışmanın mı sonucu olduğuydu. Şu ana kadar ortaya çıkan tablo, ne yazık ki ikinci seçeneği, yani bazı kişisel çabaların dışında ciddi bir kurumsal değişimin yaşanmadığını gösteriyor.
Hakan Fidan, tecrübeli bir bürokrat. İstihbarat astsubaylığından TİKA Başkanlığı’na, oradan başbakanlık müsteşar yardımcılığına kadar kritik görevler üstlendi. Şimdi, Türkiye’nin terörle mücadelede geldiği kritik eşikte MİT’in başında. Teşkilatın ona ne kadar yardımcı olduğunu, yakın gelecek vizyonu üzerinde birbirlerini gerçekten anlayıp anlamadıklarını bilmiyoruz. ‘Vay, demek oturup teröristlerle müzakere ediyorsunuz’ gibi tepkilerin ciddiye alınacak tarafı yok. Asıl soru şu: Türkiye’nin gelecek vizyonunu kavramamakta ısrar eden yapılarla, bu müzakereler nasıl yürütülecek, zorlu sınavlar nasıl aşılacak.
Başbakan Erdoğan’ın tarihi ziyaretler gerçekleştirip önemli mesajlar verdiği bir dönemde, MİT Müsteşarını hedef alan bir ses kaydı medyaya düşüyor. Bu soruları sormak hakkımız olsa gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder