12 Temmuz 2011 Salı
Ben, galiba, “eski Türkiye”nin yazarıyım.
Bildiğim, tanıdığım, nüfuz edebildiğim konuları yazıyorum.
Ezberle, alışkanlıkla, çoğu zaman da “refleksle” kalkışıyorum.
Hiçbir güç, beni, mesela CHP konusunda ikna edemez.
Saplantılıyım.
Saplantılarımın istinat ettiği olguları ve tarihsel gerçeklikleri hayatımdan, zihnimden, düşünce dünyamdan kovamıyorum.
Her oturuşta, tek parti dönemi siyasası, oklar, okların gölgesinde büyütülmüş entelijansiya, Tan gençliği, “solcuymuş gibi” yapmakta mahir kimi kirli ve derin odaklar, bu odaklarla kurulmuş “siyasal ortaklıklar” geçit resmi yapıyor...
Kurtulamıyorum.
Kurtulma çabalarım “başarısızlıkla” sonuçlandı.
Galiba değişmek istemiyorum. CHP’nin değişmesini de istemiyorum.
CHP değişmediği, değişime direndiği için bir şeyler yerli yerine oturuyor.
CHP değişimden köşe bucak kaçtığı ve “geleneksel” meşruiyet kanallarından (ordu, yargı, bürokrasi, vb.) medet umduğu için “yeni Türkiye”nin farkı ortaya çıkıyor.
İstiyorum ki, hep “eski”de kalsınlar ve “yeni”ye kıymet kazandırsınlar.
Böyle de oluyor...
Dün, bütün bir öğleden sonramı, internet başında, “yemin krizi görüşmelerinin” safahatını izlemekle geçirdim.
CHP ve AK Parti heyetleri bir araya geldiler. Görüştüler. İlk görüşme başarılı geçti. Ara verdiler. Sonra tekrar toplandılar. Verimli geçen görüşmenin sonunda bir “mutabakat metni” oluşturdular. Metin, önce CHP lideri Kılıçdaroğlu’na sunuldu, onay aldı. Kılıçdaroğlu’nun çok beğendiği metin, daha sonra “AK Parti heyeti tarafından” Başbakan Erdoğan’a götürüldü. Erdoğan metni incelemeye durdu.
Sonra ne oldu?
Bir sigara yaktım. Bir çay söyledim. Taraf Kitap Eki’nden “Üzüntü, Muz Kabuğu ve J. D. Salinger” kitabıyla ilgili tanıtım yazısını okudum. Dünyanın görebileceği en şık “münzevi”nin, Salinger’ın öfkesini nerelere vardırdığını düşündüm. Yaşamının bir bölümünü, yaşamından geriye ipucu bırakmamaya ayırmış yazara bir kez daha saygı duydum.
Bir çay daha söyledim. Bir sigara daha yaktım.
Saat 15.00’e doğru, Başbakan Erdoğan’ın mutabakat metnini inceleyip onay verdiği ve krizin çözüldüğü haberi geldi.
Niye böyle bir kriz başladı?
Bilmiyorum.
Niye çözüm “kokmaz bulaşmaz” bir mutabakat metnine bağlandı?
Bilmiyorum.
Mutabakat metninde ne yazıyor?
Bilmiyorum.
Bilebildiğim şu:
Eski Türkiye’nin alışkanlıklarında sebat eden CHP’nin gerçek bir parti, eski Türkiye’nin siyaset etme biçimini siyasal bir ayrıcalığa dönüştürmeye çalışan ama ettiğini bulan Kemal Kılıçdaroğlu’nun da gerçek bir siyasetçi olmadığı kanıtlandı.
Küfürbaz ve militan taifesi şimdi tutturacak, “İyi hoş da sayın yazar, biraz da Deniz Feneri’ni yazsana...”
Hay hay, yazayım...
Ben bugüne kadar partinizin (yargıya intikal etmiş bulunan) hangi akçalı ilişkilerini yazdım ki, hiçbir detayını bilmediğim bir hadiseyi ve dürüstlüğünden kuşku duymadığım insanları yazayım?
Edirne’yi ve Hamdi Sedefçi’yi yazdım mı ki, Deniz Feneri’ni de yazayım?
İzmir ve Çankaya Belediyesi’ndeki usulsüzlükleri yazdım mı?
Eryılmaz’ın ses kaydını...
Tutuklanan başkanlarınızı, encümen üyelerinizi...
Rüşvet çarkını (kanıtlarıyla ortada durduğu halde...)
Ergenekon sanığı Tuncay Özkan’a akıtılan milyon dolarları...
Halk TV olayını... Listelesem yüzlerce sayfa tutar.
Yazdım mı?
Müsaade edin de, yargı kararını versin. Varsa bir usulsüzlük, sonra hep birlikte yüklenelim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder