29 Eylül 2010 Çarşamba

Başbakan aradığı gazeteciyi buldu



Referandum oylamasından önce Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır'da yaptığı konuşmada Diyarbakır Cezaevi'nin yıkılmasına ilişkin sözleri hiç yankı bulmadı. Şaşırdım. Ya seçim yatırımı diye bakıldı ve üzerinde durulmadı ya da yoğun gündemde kayboldu.

Oysa önemliydi.
Diyarbakır Cezaevi kolektif hafızamızda bu ülkenin utançlarından biridir; 12 Eylül'ün işkencelerinin merkezi, hepimizin hesaplaşması ve yüzleşmesi gereken kirli bir geçmişimizdir.

Başbakan, bu kirli geçmişle hesaplaşmak için bu binayı yıkmayı önerdi işte.
Oysa toplumların kendi geçmişleriyle yüzleşmeleri, hesaplaşmaları için bu gibi utanç anıtlarının da yerinde kalması gerekiyor. Sayısız örnek verebilirim. Buraların söz gelimi müzeleştirilmesi yaşananları unutmamıza engel oluyor; bilinçaltımızda canlı tutmamıza ve en önemlisi kuşaktan kuşağa bir ders olarak aktarılmasına yarıyor.

Bu yüzden Kamboçya'da 'Ölüm Tarlaları'nın üzerine gökdelen dikmiyorlar. Girişteki cam kulenin içine yığılmış kuru kafaları gören her ziyaretçiye ibret olsun diye.

Diyarbakır Cezaevi de böylesi bir ibret anıtına dönüştürülebilir. Hiç unutmamak
ve hep hatırlamak için. Böylesi, kuşkusuz yıkımdan daha etkili ve uzun vadeli bir simge olur.

Ancak Başbakan'ımız yıkıma haddinden fazla prim veren bir kültürün temsilcisi. Kendisi muhafazakar bir siyasetçi ama 'muhafaza etmek' konusunda hiç başarılı değil. Yıkıp, yenisini bakmaya, yok etmeye ve hatıraların üzerine gökdelen dikmeye çok hevesli.

Diyarbakır Cezaevi'nin yıkımı tartışılmadı ama yıkma takıntısına kurban gidip hayaletleştirilerek kaderine terk edilen AKM yeniden gündemde. 

Bu sefer Başbakan kendisine mükemmel bir suç ortağı da buldu: Hıncal Uluç. Geçen hafta onca gazeteci dururken onu arayıp 'çılgın projeyi' anlatmasına hiç şaşırmadım. Çünkü Hıncal Abi de tıpkı Erdoğan gibi bir yıkım aşığıdır, bir gökdelen sevdalısı, bir buldozer meraklısıdır.

Hıncal Abi'yi arama fikrini kim verdiyse zekasına hayran kaldım; iyi düşünmüş. Kendisi akıl ettiyse de helal olsun. 'Çılgın proje' gibi ne olduğu belirsiz ama belli ki arabesk bir ürünü medyaya duyuracak, konuşturmasını sağlayacak daha etkili bir isim bulamazdı.

İstanbul'un en çirkin binalarından Ritz Carlton'ı bile beğenmiş, Park Otel'in yıkımına da karşı çıkmıştır, hatırlayın.

Dahası, basındaki istikrarlı 'AKM yıkılsın' kampanyasının öncülerinden. Basını da yüzde 58-42 diye ikiye bölersek eğer azınlıktaki çoğunluk içinde belki de tek 'Yıkılsın' diyenler. Diğerlerinin AKM'nin yıkılmasıyla ilgili bir fikirleri yok zaten, Başbakan böyle istediği için destekliyorlar.

Ama Hıncal Uluç içtenlikle yıkımı savunuyor. Gerçekten inandığı, öylesinin doğru olduğunu düşündüğü için yazıyor. Hiçbir yaranma, yanaşma kaygısı olmadan. İçinden geliyor AKM'nin yıkılması. İkonik mimarisini, bir dönemi yansıtan halini hiç mi hiç beğenmiyor. O alana tamamı camla kaplı, çirkin, gökdelenimsi, Dubai'vari bir yapı dikilmesine içinden gelerek alkış tutar.

Ne yapalım ki o da böyle bir Las Vegas'sever işte. Bu saatten sonra onu değiştirecek, düşündüğünün aksine ikna edecek halimiz de yok. Hem bunu kim başarmış ki! Hıncal Abi, Türkiye'nin sabit fikir abidesidir.

Ama belki Başbakan'la arasında yeni yeşermek üzere olan bu dostluğu baltalayabiliriz.

Zira ben ikilinin bir araya gelmesinden korkarım. Başbakan'ın kendisine sürekli gaz veren, adımlarını destekleyen, hatta daha da fazla adım atması için destek olan isimlerdense onu biraz dengeleyecek, biraz tutacak, biraz durduracak isimleri yanına katması gerek.

Açıkçası, bu yeni dostluğun sonucu Başbakan'la Hıncal Uluç'u Ortaköy'de 'Ertekin'in Yeri'nde Kız Kulesi'ni yıkıp yerine Dubai'deki benzer bir otel dikme üzerine karşılıklı sohbet ederken bulursak da hiç şaşırmayalım.
Kuşağımın en iyi beyinleri
Berlİn'de aslına uygun olarak -rahatsız koltuklarıyla hatta- restore edilerek hizmete sokulan Friedrichstadtpalast salonunda 'Howl'u izledim bu kış. Yarı animasyon, yarı belgesel tadında, biraz da dramayla Allen Ginsberg'in en meşhur şiirine adanmış bir aşk mektubuydu bu film.

Aynı zamanda 'Howl'ı Ginsberg'i, Beat'leri yeniden keşfetmek için de iyi bir fırsat oldu bu film.

Ama asla bir tesadüf değil. Bu yıl Amerika'da gizliden gizliye Beat Kuşağı'nı yeniden keşfetme modası var. Birbiri ardına yeni kitaplar yayımlanıyor.
Heyecanını kaybeden ve umutsuzluğa teslim olan bir kuşak çıkış yolunu 60'lı yılların devrimcilerinde arıyor.

Dün, San Francisco'daki City Lights kitapçısındaydım ve orada 'Kuşağımın en iyi beyinlerinin çılgınlıkla yıkandığını gördüm.' Ginsberg'in bu dizesi ilk kez bu üç katlı yerel kitabevi tarafından basılmış, yasaklanmış, davalara konu olmuş sonra da aklanarak şiirde, yazıda, edebiyatta yepyeni bir dönemi açmıştı.
City Lights'ın duvarında yer alan fotoğraflardan birinde Ginsberg'le Dylan var. Dostlukları New York'a, Greenwich Village'a dayanıyor. Meğerse bu kitapçıda da beraber takılmışlar. Benim şimdi dar koridorlarında kitap baktığım bu katta dolaşmışlar, içeri girdiğim kapının önünde poz vermişler.
Burası Dylan'la Ginsberg'in beraber vakit geçirdiği, Jack Kerouac'ın takıldığı kitapçı.
Bu heyecanı bilmeyene, anlamayacak olana nasıl anlatabilirim... Bu heyecanı, gözümün kamaşmasını benzer bir hissi hiç tatmamış birine nasıl tarif edebilirim...
Belki sadece Ginsberg'in dizeleriyle: 'Holy! Holy! Holy! Holy! Holy!'
Yeni dönemde yeni döneklik
Eskİden gazeteci ağabeylerimiz sonradan anladığımız motivasyonlar sonucu fikir değiştirmek zorunda kaldıklarına, kendilerini yeniden yarattıklarında, dün ak dediklerine bugün kara dediklerinde...

Şaşırırdık tabii ki...
Ama en azından eskinin döneklerinde bir dönme estetiği vardı.
Bunu mutlaka kılıfına uydururlardı. Bir ideolojik temel yaratmaya çalışırlardı. Demokrasiden, yeni dünya düzeninden, Reagan'dan, Yeni Sağ'dan, liberalizmden, Amerika Birleşik Devletleri'nden, 'vizyon' kelimesinden, 'yükselen değerlerden' söz eder ve kafamızı karıştırırlardı.
Bir ikna çabası vardı sonuçta... Tutturabildiklerini kandırırlardı, kendilerine 'dönek' diyenleri de geri kalmakla, yeni dünyayı anlamamakla, hatta her dönem moda itham 'darbecilikle' falan itham ederlerdi...
Bir Hasan Cemal'in ustalığı budur işte... Bir Altan ailesi bu yüzden Türkiye'nin entelektüel hayatında 'Abdurrahman Çelebi'dir... Murat Belge'nin hala bu şekilde bir ağırlığı vardır...

Emin olun eskinin döneklerinin aklından geçenler, planları, hesapları bugünkünden farklı değildi. Ama içini doldurmadan dönmenin kabul görmeyeceğini bilecek zeki /kurnaz ve görmüş geçirmişlerdi.
Oysa şimdi döneklik için hiç o kadar çaba sarf etmeye gerek yok. Çocuk kandırır gibi, göstere göstere, hiçbir ideolojik altyapı olmadan yapılıyor artık. Maalesef döneklik de Yiğit Bulut düzeyine indi. Bir-iki yazıda, birkaç televizyon programında 'oldu bitti'ye getiriliyor.

Ne garip ki bu döneklik de hemen kabul görüyor.
Galiba eski döneklerin pabucu dama atılıyor... Bir devrin dönekleri tarihe mi gömülüyor acaba? Yanak okşama ve yanak okşatma kriterleri değişiyor mu?
En iyisi bu işin duayeni Mehmet Barlas villasında beğendiği meslektaşlarını toplayıp olağanüstü bir 'Döneklik elden gidiyor' zirvesi düzenleyerek duruma el atsın.

Bu yazı 
linkinden alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder