27 Eylül 2010 Pazartesi
Polemiğin şehvetine kapılmadan yazıyorum
“TÜRK köşe yazarı”, burnundan asla kıl aldırmaz.
En liberali de böyledir, en ulusalcısı da... Mehmet Barlas’ı da böyledir, Emin Çölaşan’ı da...
Tahammülsüzdürler. Eleştiriye hiç gelmezler. Sıkıştırıcı sorulardan hazzetmezler. Sözlerinin üstüne söz söylenmesine rıza göstermezler. Özeleştiri yapmazlar.
İşte Mehmet Barlas!
Burnundan kıl aldırmaya yanaşmıyor. Kendisini özeleştiriye mecbur bırakan bir soru karşısında hemen çirkinleşebiliyor. Lakap takıyor. Araya patron isimlerini sokuşturuyor. Sınıf ayrımcılığı yapıyor.
* * *
Aslında Mehmet Barlas’ın durumu o kadar da “facia” değil.
“Her devrin adamı” olmadığını kanıtlayan birkaç delil var elinde.
Mesela... Dün kendisi yazmış, “Demirel beni susturmak istedi” falan diye...
Mesela... Ben tanığım: 28 Şubat’ta direndi ve işinden oldu.
Polemiğin şehvetine kapılmadan şunu yazabilirim:
“Mehmet Barlas her devrin adamı değildir, bazı devirlerin adamıdır”.
* * *
Peki “mesele” neden bu kadar büyüdü?
Neden aramız bu denli açıldı Mehmet Barlas’la...
Şundan dolayı:
Barlas, “Ben 12 Eylül yönetimini destekledim, Kenan Evren’i evimde ağırladım. Pişmanım, bana yakışmadı...” gibi laflar etmeyi kendisine yediremedi.
Yedirememekle kalsa yine iyi...
Hem özeleştiri yapmak gibi bir âlicenaplık gösteremedi, hem de kendisine soru soran bir eski arkadaşına demedik laf bırakmadı.
Oysa severdim Mehmet Barlas’ı...
Onu nazik, kibar, öfkesini kontrol edebilen, görgüsü tam, benim gibi “çakmalık” sorunları yaşamayan, en az üç kuşaktır şehirli, musikişinas, rint meşrep bir adam olarak bilirdim.
Ama değilmiş. Bir soruda döküldü cilası...
* * *
Eskiden bu işler şöyle olurdu:
Biri Mehmet Barlas’a “liboş” diye, “dönek” diye saldırırdı. Mehmet Barlas da bu saldırıya “ajan” diye, “geri zekâlı” diye cevap verirdi.
Yani her şey çok açıktı. Belliydi kimin ne diyeceği, nasıl tavır alacağı... Karmaşıklık söz konusu değildi...
Ama artık bu “köhne netlik düzeni”, az da olsa yıkılmaya başladı.
Artık “yeni tip köşe yazarları” türedi:
“Liberal”i “liboş” demeden eleştiren... İktidarı da, muhalefeti de “demokrasi” perspektifinden kritik eden... “Tekzip” yayınlamayı bir görev bilen... Yanıldığını itiraf eden... Lakap takmayan... Özeleştiri yapan... Amigoluğa prim vermeyen... Geçmişiyle hesaplaşan yeni tip köşe yazarları...
Mehmet Barlas gibi her daim değişimi fark etmekle övünmüş bir köşe yazarının dramı şudur:
Bu yeni tip köşe yazarlarını fark edememek ve bu alandaki değişimi ıskalamak!
Kısacası...
“Yeni tip köşe yazarları”nı, eskiden polemik yaptığı köşe yazarlarıyla karıştırdığı için cilası döküldü Barlas’ın.
Ne diyeyim? Geçmiş olsun.
Keşke
- Keşke bizim muhterem peder de, bana miras olarak bir siyasi parti bıraksa...
- Keşke Hanefi Avcı, “Bir kitap yazdım başıma neler geldi” başlıklı yeni bir kitap yazsa...
- Keşke Kemal Kılıçdaroğlu, “Arkadaşlar çalışıyorlar” demek yerine bir kerecik de “Arkadaşlar çalıştı, işte sonuç” dese...
- Keşke Başbakan Erdoğan, Yiğit Bulut’a “Yalakalığın bu kadarı da fazla ama kardeşim...” diye bir tavır koysa...
- Keşke Ahmet Altan, şu fani işleri bir tarafa bırakıp yeni romanına konsantre olsa...
- Keşke Önder Sav, “Kurultay nasıl alınır” konusunda uzman olduğu gibi “Seçim nasıl alınır” konusunda da uzman olsa...
- Keşke herkes herhangi bir medya patronunun, “Hükümet istedi, ben de köşe yazarını attım” diye bir açıklama yapmasının imkânsız olduğunu idrak etse...
Kesin yargı
Eğer bir memlekette...
Tutuklu anneleri, hapisteki çocuklarının durumunu protesto etmek için yollara döküldüklerinde...
Ahali tarafından taşlanıyor, dövülüyor ve saldırıya uğruyorlarsa...
O ahali, isterse yüzde 99.9 oranında demokrasiye, hoşgörüye, ilericiliğe, özgürlüğe “evet” oyu versin...
O memleketten de, o ahaliden de, bu tutuma ses etmeyen idareden de hiçbir şey çıkmaz...
Bir antikahraman: Ali Ağaoğlu
O emlak piyasasının Cem Uzan’ı...
O gayrimenkulün Kadir İnanır’ı...
O uydukentlerin İbrahim Tatlıses’i...
Herkes tam sayfa ilanlarda, yapacakları binaların resmini koyarak reklam yaparken...
O bir “iyi yaşayan prototipi” olarak kendi fotoğrafını koymuş dev ilanlara... Fiyakalı bir şekilde “Bu ülkede herkes iyi yaşamayı hak ediyor” diyor.
Kısacası fark yaratmış!
Üstelik öyle entellik taslamayan, tepeden bakmayan, komprador burjuvazinin tipik temsilcisi pozlarına yaslanmaya gerek görmeyen bir tutum içinde...
Tayyip Erdoğan politikada ne yapıyorsa, o da emlak piyasasında aynı şeyi yapıyor:
“Ver şu parayı/Al daireyi” diyerek olayı basitleşiyor, yükü tek başına omuzladığı izlenimi veriyor, kimsenin aklına gelmeyen metotları gündeme getiriyor ve yeni bir model sunuyor.
Bence çok geç olmadan rakiplerinin Ali Ağaoğlu’nu incelemeye almalarında büyük fayda var.
Mahalle baskısı milli sporumuzdur
- O mahallede mini etek görünce yüz buruşturulur, bu mahallede “türban” görünce...
- O mahallede içki içene “yolunu kaybetmiş şaşkın” gözüyle bakılır, bu mahallede içki içmeyene “Ay bu galiba nurcu” denir.
- O mahallede inanç sorgulamasına girdiğin anda etiketlenirsin, bu mahallede namaz kıldığın öğrenildiğin anda...
- O mahallede adama “Allahsız” denir, bu mahallede “Mürteci”...
- O mahallede ramazanda gündüz servis yapan lokantalardan yakınılır, bu mahallede ramazanda oruç tutanları takmamak marifet bilinir.
- O mahallede kız arkadaşına sarılan gencin başına bir şeyler gelebilir, bu mahallede türban takan kıza laikçi teyze saldırısı vuku bulabilir.
- O mahallede haşemalı bir kadına yönelik saldırı ayyuka çıkarılır, bu mahallede bikinili bir kadına yönelik saldırı ayyuka çıkarılır.
- O mahallede hayır diyen sanatçıya konser verdirilmez, bu mahallede evet diyen sanatçının adı sokaktan sökülür.
Şerden hayır mı doğuyor?
NUMAN Kurtulmuş ve arkadaşları, ayrı bir parti kurarlarsa tam bir “şerden hayır doğma” vakasıyla karşılaşabiliriz.
Neden mi? Şunlardan dolayı:
- AK Parti’yi hangi açıdan eleştireceklerini gayet iyi bilen bu ekip siyasette büyük avantaj sağlayabilir.
- Numan Kurtulmuş’un kişisel özellikleri, Tayyip Erdoğan hayranlarını etkileyebilecek nitelikte.
- Erbakan ve arkadaşlarını kendi küçük dünyaları içinde bırakmaları, ayaklarındaki prangalardan kurtulma anlamı taşıyor.
- Numan Bey ve arkadaşları dua etsinler de Saadet Partisi’ne Fatih Erbakan lider olsun... Çünkü böylece Saadet Partisi biter, gözler Numan Kurtulmuş’a çevrilir...
- AK Parti’ye oy vermek istemeyen dindarlar için yeni bir adres ortaya çıkar.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder