31 Mayıs'ta İsrail ordusu Mavi Marmara gemisine saldırdığında bildik bazı kişi ve çevreler inanılmaz bir şekilde gemide dalgalanan Türk bayrağı ve ölen 9 Türk vatandaşını görmemezlikten gelerek bu saldırıyı haklı göstermek ya da gerekçelendirmek için yoğun çaba harcadı.
Sanki bu ülkenin insanı değiller.
Neyse ki ; bu kişi ve çevrelere ilk tokat BM İnsan Hakları Konseyi'nden geldi.
Konseye bağlı özel komisyon saldırıyla ilgili raporunu çarşamba günü açıklayarak İsrail'i gaddarca vahşet uygulamakla suçladı ve hiçbir neden ya da gerekçenin bu vahşeti meşru gösteremeyeceğini vurguladı. Raporun detaylarıyla ilgili olarak gazete, televizyon ve internet siteleri ayrıntılı bilgiler verdiği için bunları tekrar anlatmanın bir anlamı yok. Kaldı ki; İsrail'in vahşeti ya da uluslararası hukuka saygısızlığını kanıtlamak için bu rapora zaten gerek yoktu. Çünkü İsrail'in saldırganlığı ya da uluslararası hukuka saygısızlığını tescil eden onlarca BM kararı vardır. Geçen yıl BM İnsan Hakları Konseyi ünlü Goldstone raporunu kabul ederek İsrail'in Gazze saldırısı sırasında savaş suçu işlediğini ve soykırıma varacak kadar katliam yaptığını ilan etti.
İsrail; Goldstone raporundan ders almış olsaydı Marmara saldırısını gerçekleştirmezdi. Gazze saldırısını haklı göstermeye kalkışanlar ya da bu saldırıya gerekçe bulma yarışına girişenler olmasaydı, belki de İsrail bunların bu davranışından cesaret alarak 9 Türk vatandaşını bilerek ve seçerek öldüremeyecekti.
Ama yapılacak bir şey yok.
Çünkü sorun yalnızca İsrail'in barış düşmanı karakterinde değil.
Sorun aynı zamanda İsrail'i cesaretlendiren ülke, güç çevre ve kişilerde...
Bir gün gelip İsrail onları da zor durumda bırakarak perişan edecektir.
Çünkü genetik bir egoist karaktere sahip İsrail hep bunu yapmış ve yapar. Uluslararası hukuk ve geleneklerle insani değerler İsrail için hiçbir şey ifade etmez ve etmeyecektir.
Örneğin İsrail Cumhurbaşkanı Peres hiç utanmadan ''Ben değil Abdullah Gül benimle New York'ta görüşmek istedi' yalanını çok kolaylıkla söyleyebiliyor. Bildik çevreler ise bu yalanın ne anlama geldiğini kavramak yerine çok arzuladıkları bu buluşmanın gerçekleşmemesinden dolayı üzülecekti.
Oysa Sayın Cumhurbaşkanı çok net, açık ve kesin olarak ''İsrail özür dileyip tazminat ödemediği sürece ilişkiler asla normalleşemez' demiş ve öncesinde Ankara bu tavrını onlarca kez açıklamıştı.
İsrail ise farklı şekillerde Türkiye'ye yönelik provokasyonlarından vazgeçmedi. Son olarak İsrail devlet televizyonu, PKK yöneticisi Murat Karayılan ile bir söyleşi yaparak kendince 'Ortak düşman' Türkiye'ye 'ortak' mesaj vermeye çalıştı. Hatırlayalım; 2006'da Hamas lideri Halit Meşal Ankara'ya geldiğinde, İsrail 'Biz de PKK'yla temas kurarız'' türünden tehditlerde bulunmuştu. Bildik kişi ve çevreler ise İsrail'in bu tehditlerine sahip çıkarak AK Parti hükümetine yüklenmişti.
Oysa İsrail ve yandaşları gerçeği görüp Ankara'nın politikalarını iyi okumuş olsaydı İsrail-Türkiye ilişkilerinde hiçbir sorun yaşanmayacaktı.
Çünkü Ankara; Şam, Tahran, Hamas ya da diğer bölgesel ülke ve güçlerle ilişkilerinde hiçbir zaman ve asla İsrail'i hedef almamıştır. Ankara, bölgesinde barış, istikrar, güvenlik, dostluk, kalkınma, refah ve esenlik istemektedir. Eğer İsrail bunları istemiyorsa (ki ideolojik yapısı gereği istemez) o zaman sorun Ankara'da değil Tel Aviv ve onun aptalca söylem, davranış ve politikalarına destek verenlerdedir.
Nitekim bu zatlar son iki gün içinde ve BM İnsan Hakları raporuna rağmen bildik alışkanlıklarından vazgeçemeyerek kendi ülkeleri Türkiye'yi değil İsrail'i kollama ve kapkara sicilini farklı yol ve yöntemlere başvurarak aklama çabasını sürdürdüler. Neysi ki aralarından 1-2 kişi İsrail gerçeğini görür gibi oldular.
Darısı diğer zatların başına.
Bu yazı
http://www.tumkoseyazilari.com/yazar/husnu-mahalli/25-09-2010-israili-sevenlere.html
linkinden alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder