24 Eylül 2010 Cuma

Mütecaviz cehalete karşı bazı zihin açıcı çözümler

Hürriyet'te Ahmet Hakan'ın portörü Ertuğrul Özkök'ün yazısının bile sansürlendiği günde, o "Neden herkes bana çakma Nişantaşlı diyor"un derdine düşmüş.
Sonra da yine bana bulaşmış, sorular sormuş:
- Söyle... 12 Eylül'ün zulüm günlerinde sen Kenan Evren'i evinde ağırladın mı, ağırlamadın mı?
Daha önce de "Mütecaviz cahil" olmanın sonuçlarını anlatmaya çalışmıştım.
- Söyleyeyim. Kenan Evren benim evime 1989'un yazında Cumhurbaşkanı'yken geldi. Aynı eve daha önce Turgut Özal Başbakan olarak, aynı yılın kışında da Cumhurbaşkanı olarak geldi.
Tabii dahası var.
O eve daha sonra 28 Şubat döneminde Ahmet Hakan da geldi.
Hâlâ arkadaşım olan diğer meslektaşlarımla, ev faslını o da dinledi.
Bir gazetecinin evinde ağırladığı insanların hesabını o evde ağırlananlar tutmaya başladığı zaman, sadece Nişantaşlılık değil, saygı, görgü, terbiye gibi kavramlar da "Çakma" olmanın kapsamına girmez mi?
Ayrıca "Evimde" ağırlananlar arasında İsmet İnönü de, Bülent Ecevit de, Süleyman Demirel de, Necmettin Erbakan da var.

Askere selam durmak
Çakma Nişantaşlı sentetik Beyaz Türk sormuş:
- Askere selam durdun mu, durmadın mı?
- Söyleyeyim... Askere kimlerin selam durduğunu merak ediyorsan, Kenan Evren'in "Anıları"nı oku. Orada basında çıkan selam yazılarının tam listesi var. Askeri darbe olunca izlenebilecek yollardan biri askeri yönetime "Hedefe ulaştınız, en kısa zamanda kışlaya dönün" demektir. Bir başka yol da "28 Şubat bin yıl sürecek" diyerek, kalıcı askeri demokrasiye çanak tutmaktır.
- Söyleyeyim... Milliyet'in Başyazarı olarak geçirdiğim 12 Eylül yıllarının hesabını, o gazetenin kapatılmaması ve o gazetenin yazarlarının özgürlüklerine tecavüz edilmemesi için harcadığım çabaların hesabını, şimdi patronun olan Aydın Doğan'dan sorsana. Neticede o da evime gelenlerden biri...
- Söyleyeyim... Siyasi partilerin kapatılmak üzere olduğu ve siyasi her çeşit toplantının yasaklandığı dönemde, benim evimde CHP'nin iç kavgasının tarafları olan Turan Güneş, Deniz Baykal, Muhsin Batur, Süleyman Genç gibi isimler ağırlanıyor ve "Kapatılma tehlikesi birlikle aşılabilir mi" sorusuna cevap aranıyordu.
Sorulara cevaplar bitmez...

Neden bulaşıyor?

Burada mesele, Ahmet Hakan'ın nereden kaynaklanan bir dürtüyle bana bulaşmayı aklına getirdiğidir.
Hangi semtteki evinde kimi ağırladığı beni ilgilendirmiyor.
Nişantaşı'nın lokantaları ve kafelerinde dolaşarak, biyografisini zenginleştirme çabasını da anlıyorum.
Ancak "12 Mart"ı, "Milliyetçi Cephe" dönemini yaşamamış olması, onun bu yıllarda olup bitenleri bilmemesini mi gerektirir? Kitap yazacak gücü olmaması kitap okuyacak zamanının da olmaması anlamına mı gelir?
Bu durumda zorla elde ettiği yeni kimliğini daha zenginleştirmesi için, kendisine Nişantaşı kafelerinin yemek listelerine maniler yazmasını tavsiye ediyorum.

Asıl sorulması gerekenler

Aydın Doğan'la sofraya oturduğunda da "Ahmet Hakan'a kim sınıf atlattı" tartışmalarını dinleyecek yerde, ona "12 Eylül'de ne oldu, 28 Şubat'ta ne oldu" benzeri sorular sorsa, görgüsü de bilgisi de artar.
Hatta bakarsınız ileride "Benim de kader kurbanı olarak Kanal 7'de direnişçi rolü oynadığım 28 Şubat'ta, kimler kimleri evlerinde ağırlıyordu" diye sormak cüretini de gösterir.
Böyle yaparsa ona buna "Her devrin adamı" demeden önce yutkunur.
Böylece "Kenarın dilberi ne kadar uğraşsa nazende olamaz" türü benzetmeler onu ilgilendirmez...
Ya da hayat ve ideal arkadaşları ile birlikte "First Class" New York'a uçup, Manhattan'ın da çakması olur.

Bu yazı
http://www.tumkoseyazilari.com/yazar/mehmet-barlas/24-09-2010-mutecaviz-cehalete-karsi-bazi-zihin-acici-cozumler.html
linkinden alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder