02 Temmuz 2011 Cumartesi
Ahlaki normlarım genel geçer kurallara göre şekillenmedi benim.
Bir erkeğin bir kadından 27 yaş büyük olmasını ayıplayamam haliyle.
Aşk bu, normalde tercih etmeyeceğiniz birçok şeyi yaptırabilir size...
Hele bu devirde... Hele insanlar yalnızlıktan kıvranırken, buldun mu fırsatını yaşa sonuna kadar...
Yaşamazsan 'aptal' derim sana zaten...
Ama dedim ya ahlaki normlarım farklıdır benim. Evleneceğin adamın yaşı rahatsız etmez, ama 'Düğün hediyem siyah bir Range Rover' demen bitirir beni.
Önce gülerim ama hemen sonra yadırgarım, soğurum senden, midem bulanır.
Bir kadına yakıştıramam bu kafaları çünkü...
Hem arabadan düğün hediyesi olmaz ki... Olsa da bu söylenmez ki... Hadi oldu da yanlışlıkla söylendi, markasıyla rengiyle
olmaz ki...
Çok ayıptır, çok çirkindir...
Evliliğe yapılan ahlaksız bir yüklemedir...
Kimse öğretmedi mi size bunları yahu?
Para konuşmak ne kadar ayıpsa 'Düğün hediyem siyah Range Rover' demek de o kadar ayıptır.
Bu arada; soruyu sorup, cevap vermeye teşvik eden 'yakın arkadaş' da sorumludur bu 'ayıp'tan.. Onu da es geçmemek lazım!
Bu kadar mı önemsenmiş, bu kadar mı elde edilmesi güç görülmüş bir başarıdır bu sizin oralarda?
Bir erkek bir kadına araba alınca bu ne anlama gelir? Anlatın bari de biz de öğrenelim... En önemli soru da aslında şu: Tamamen okunsun, konuşulsun ve gündem olsun diye yapılan açıklamaların arasına o arabayı sokarak kimlere hangi mesaj verilmek istenmiştir, benim bunu anlamam mümkün değil..
Neyse, yargılamayı, sorgulamayı, ayıplamayı bir kenara bırakıp Ayşe Özyılmazel'e siyah Range Rover'ı ile ömür boyu mutluluklar, hayırlı turlar diliyorum...
AIDS gerçeği
Geçen hafta 'İncir Reçeli'ni mutlaka izlemelisin' uyarısı aile büyüklerinden geldi...
Tatlı bir pazar brunch'ı üzerine 'kadın-kadına' gidildi sinemaya.
Akmerkez'e gitmeyeli en az beş sene olmuştur. Tertemiz, bembeyaz olmuş, yani halini beğendim. Ama ruhu kalmamış, sanki yeni ve genç dükkanlara, biraz renge ihtiyacı var gibi geldi...
Neyse, biz esas konumuza dönelim.
İncir Reçeli romantik fakat dramatik bir film. Müzikler, senaryo, oyunculuklar epey başarılı...
Konu bakımından ise eşsiz, AIDS hastalığı başrollerde...
Açıkçası, AIDS hastalarına yani HIV pozitif olanlara bu hayatta ikinci darbeyi de hasta olmayanların vurması, insanoğlunun acımasızlığı yüzüme vurdu filmde.
Rahatsız oldum...
Kendi adıma utandım çünkü ben de bir AIDS'liye müthiş önyargılı yaklaşabilirim, onu fark ettim...
Ve telaffuz edilmekten korkulan, kimsenin aslında ne olduğunu bilmediği sadece seksle, fuhuşla, düşük bir hayatla ilgili sandığı bu hastalığı tüm gerçekliği, ağırlığı ve korkutuculuğuyla yüzümüze çarptığı için Aytaç Ağırlar'ı tebrik etmek istedim.
Filmin senaryosu ve yönetmenliği kendine ait. Büyük cesaret, bravo!
Alaçatı ve ben
'Bu sene ne Çeşme ne Bodrum yok ikisinden de bıktım' dedim. Ve kendimden çok emindim...
Hırvatistan'a gitmek üzereydim... Bir anda ne olduysa oldu ve plansız, hazırlıksız kalktım geldim Alaçatı'ya... Ne kadar buradayım bilmiyorum henüz. Belki uzun belki kısa... Ama korkmayın Haşmet Babaoğlu romantizmine kapılmamaya özen göstereceğim.
Hatta;
Domatesle aşk yaşamayacağıma, lavantaya kaldırabileceğinden fazla anlam yüklemeyeceğime, sakızlı kurabiyenin üzerinden hayatla hesaplaşmayacağıma söz veriyorum..
Buralarda henüz sezon açılmış sayılmaz. Gözlem yapmak için ortam çok müsait. Yarın başlarım Alaçatı maceralarımı yazmaya, siz de okursunuz. Hadi şimdi kaçtım ben, sörf hocam beni bekler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder