Sürgündeki eski Avusturya-Macaristan İmparatoriçesi Zita, yıllar sonra vatanını hiç olmazsa son bir kere görmek istemişti de, Avusturya'da birtakım sol çevreler ayağa kalkmıştı...
Sonunda, devrin başbakanı Bruno Kreisky, "korkmayın" dedi, "yaşlı bir kadıncağızın Viyana'ya üç gün gelip gitmesiyle Avusturya Cumhuriyeti yıkılmaz!"
Kreisky bir sosyaldemokrattı ama bizimkiler gibi hışır değildi.
Günün birinde Zita'yı Viyana'da Kapuçinler kilisesinin "saray türbesine", ünlü Kaisergruft'a gömdüler.
Benim de mezarını kaç kere ziyaret etmişliğim vardır, akrabalarının, bir önceki İmparator Franz-Joseph'in, onun intihar eden oğlu Rudolph'un, bir anarşist tarafından bıçaklanan İmparatoriçe Sissi'nin az ilerisinde yatıyor. (Kocası Karl orada değil, genç yaşında öldüğü Madeira adasında yatar.)
Hemen yanındaki mezarı da boş bırakmışlar, doksan sekiz yaşındaki oğlu Otto ölünce o da oraya gömülecek.
İşin matrağı, Zita'nın yetmiş yıl sonra vatanına ayak basıp basmamasının tartışıldığı günlerde oğlu Otto, yani tahtın vârisi de Avrupa Parlamentosu üyesiydi!
Kapuzinergruft'a ne zaman gitsem, çelenkler bana çok dokunur. Bu insanların mezarlarına bugün bile çiçek bırakıyorlar. Onları hem unutmamışlar, hem de çok ama çok seviyorlar.
Ben ayrıca çiçek bırakmadım, çünkü sinirlendim, işi iyice ticarete dökmüşler, kazık atıyorlar, "butiği" bile var, bir kafeteryası eksik. (Eskiden bir tek yaşlı papaz bakardı türbeye, kapıda bilet keserdi, çıkarken bana "Aufwiedersehen" demişti de, ben de Joseph Roth'un roman kahramanı Von Trotta gibi "Gott erhalte" demiştim, şaşırıp kalmıştı... Sevgili Ahmet Örs, yazının burası sizin için.)
Avusturya, tarihinden korkmuyor, tam tersine onu ustaca pazarlıyor! Gidin Viyana'ya, imparatorluğun anısı her adımda, her köşede karşınıza çıkar.
Bizde, hakaret vesilesidir.
Biz tarihine küfür eden insanlarız.
Tövbe, biz derken, Kemalistler yani...
İmdi, bu lafı neyin üstüne getirecektik?
Geçen gün, Osman Nami Osmanoğlu Efendi Hazretleri vefat etti.
Abdülhamid'in torunuydu.
Cenazesi kalabalıktı. İşin en ilginç yanı, başbakan, ayrıca dört bakan, iktidar partisinin genel başkan yardımcısı, İstanbul'un belediye reisi ve emniyet müdürü de oradaydı.
Devlet oradaydı.
Tövbe, bürokrasi değil, "bürokrasinin varlığına lütfen izin verdiği", hani "önemsiz işleri ona bıraktığı" sivil yönetim!
Bu hem bir dini vecibe, hem bir saygı gösterisi, hem de "devletin devamlılığının" simgesiydi.
Ama ortada yaygara edilecek bir durum da yoktu, yaşlı bir adam ölmüştü, o kadar.
Aydın Doğan Beyefendi'nin "hükümete çakmaya yeminli" yayın organı, aldı bunu manşet yaptı. Koca koca, haykırarak yazdı.
Verilmek istenen mesaj, okuyucunun bilinçaltına ittirilen kaygı çok açıktı: "Tayyip gericidir, padişahlığı da geri getirecek!"
Korkmasınlar, başbakanın yaşlı bir adamın cenazesine gitmesiyle Türkiye Cumhuriyeti yıkılmaz.
Önümüz Ramazan. Üşenmeyip bir zahmet Cağaloğlu'ndaki sultan türbesine gitsinler, halkın nasıl derin bir saygıyla padişah mezarlarını ziyarete geldiğini, ne dualar okuduğunu görsünler.
Sonra da şaşmayı ve üzülmeyi sürdürsünler: Aaa, nasıl oldu da çevirdiğimiz onca dümene rağmen referandumda evet çıkıyor, nasıl oluyor da bu adamlar seçimleri hep kazanıyorlar?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder