01/07/2011
Parti yönetimi, koca CHP'nin bir 'Ergenekon kumpası'nın basit bir aleti haline dönüştüğünü gözler önüne saçıyor.
Bir ülke düşünün, demokrasinin konsolidasyonu yönünde en anlamlı seçimini yapmış olsun, seçime yüzde 87 oranında katılım sağlasın ve seçmenlerin yüzde 95’inin parlamentoda temsilini mümkün kılan bir sonuç elde etsin ve krize yuvarlansın, parlamento açıldığı gün, sanki açılmamış bir görüntü versin.
Türkiye bu.
Böyle bir manzarada krizi aşmanın yolu, normal olarak, tüm tarafların birbirleriyle diyalog kurması, konuşması ve krizi aşmak için müzakere etmeleri değil midir?
Bir ülke demokrasi ise böyle yapılır.
Türkiye’de ‘konuşma’ sıkıntısı yok. Ama konuşma, diyalog değil; kırıcı polemikler halinde. Kriz böylece katmerleniyor.
Başbakan’la ana muhalefet lideri, seçim kampanyasındaki atışmalarına devam ediyorlar. BDP’lilerin konuşma isteği Başbakan duvarına çarpıyor.
Devreye Cumhurbaşkanı giriyor, ‘yukarıdan’ diyalog ile duruma müdahale etmek istiyor, bu kez MHP “Ben seninle konuşmam” tavrında.
Ana muhalefet partisi yasama çalışmalarına girmiyor. Ülkenin en önemli sorununun doğrudan tarafı konumundaki bir siyasi parti, ‘TBMM’yi boykot’ ediyor. Seçmenin yarısının desteğiyle güçlenerek iktidar olmuş siyasi parti, diğerlerine “Ne haliniz varsa görün” tutumu takınıyor.
MHP Genel Başkanı, herkesten daha öteye giderek Cumhurbaşkanı’nın ‘meşruluğu’nu sorguluyor; “Sayın Cumhurbaşkanı’nın Başbakan Erdoğan’la girdiği rol paylaşımından ve AKP’yi önceliğine alarak yaptığı görevinden dolayı; inandırıcılığı, birleştirici özelliği ve objektif sorun çözme niteliği iflas etmiştir” diyerek.
Eski Türkiye olsa, bu hava ve atılan bütün adımlar, askeri darbeyi yapmaya giden yolları döşerdi. Ama artık darbe yapacak asker de yok. Hatırı sayılır bir general sayısı –muvazzaf ya da emekli- daha önceki darbe girişimlerinden ötürü tutuklanmak için sıra bekler durumdalar.
Böylesine bir ülke fotoğrafı, krizi aşmak için ne gösteriyor?
Tayyip Erdoğan’ın taktik pozisyonu
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dün partisinin istişare toplantısında yaptığı konuşma, bazı ipuçlarını veriyor. Başbakan, ‘milli irade’yle daha da güçlenmiş partisinin TBMM’yi işletebilecek güçte olduğuna işaret ederek ‘yola devam’ görüntüsü çiziyor.
Ak Parti, yüzde 50’lik seçmen desteğinin ‘moral üstünlüğü’ ile gereğinde ‘parlamento içi muhalefet’ olmadan, iptali zorunluluk haline gelmiş olan anayasanın ve kötü yasaların kendisine sağladığı güç ile ülkeyi pekâlâ yönetebileceği kanısında.
Olmazsa, -askeri darbe de olmayacağına göre- ‘erken seçim’ ile yetki tazelemeye gidebilir. CHP’nin şu andaki perişan görüntüsüne bakılırsa yüzde 50, yüzde 60’a bile çıkar diye düşünenler az değil.
Öyle görünüyor ki Tayyip Erdoğan, İngilizce siyaset dilinde ‘brinkmanship’ denilen yolu benimsemiş vaziyette. Yani, krizi felaket eşiğine kadar getirmeyi göze alarak kontrol etme ve ‘ilk göz kırpanın karşı taraf/taraflar olacağına’ ilişkin özgüvenle geri basmak istemiyor.
Bu ‘taktik pozisyon’unda haksız da sayılmaz. Çünkü, CHP tam anlamıyla dökülüyor. Neyi, niye yaptığı belli olmayan bir parti yönetimi, koca CHP’nin bir ‘Ergenekon kumpası’nın basit bir aleti haline dönüştüğünü gözler önüne saçıyor.
Süleyman Demirel’in –ki, yıllar içinde ‘devlet’ten ‘derin devlet’ başkanlığına geçiş yapmış olduğu her geçen gün berraklaşıyor- vazgeçilmez yar-ı vefakârı Mehmet Haberal uğruna Kemal Kılıçdaroğlu’nun rejimi tıkamak pahasına giriştiği fedakârlık, bugünkü krizin temel sebebi olduğu gibi, CHP’yi de sersemletti ve Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığını tartışmaya açtı.
Tayyip Erdoğan’ın ‘Ergenekon’a geçit vermemek’ kararlılığı ortada. CHP’nin TBMM çalışmalarına katılmama gerekçesinin tutar yanı yok. Bu hale kendisini sokmuş bir CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu sayesinde de Tayyip Erdoğan’ın acelesi yok; acele etmesinin bir sebebi de yok.
Kılıçdaroğlu’nun bir söylediği bir söylediğini tutmuyor. Şu anda yaptığının Ergenekon makarasını geriye sardırmaktan başka gideceği bir yer yok. Buna Tayyip Erdoğan’ın geçit vermesinin, hem gereği yok hem de imkânı yok.
Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın, -dünkü konuşmasında ortaya koyduğu haliyle- CHP’nin restini görmemesinde, şaşacak bir şey de yok.
Ergenekon’un son kozu
CHP, bu tutumuyla Hatip Dicle konusunu ve KCK davasını da ikinci plana itti. Bir yanıyla BDP’nin arkasına takılmış izlenimini verse de ‘krizin odağı’ olarak BDP’nin önüne geçti. Ne de olsa, ana muhalefet partisi.
Grup başkanvekilleri tercihleriyle de ortaya çıkan Kılıçdaroğlu’nun tutturduğu –ya da Süleyman Demirel, Hüsamettin Cindoruk, Süheyl Batum gibi isimler üzerinden içine itildiği- rota, Sezgin Tanrıkulu, Osman Korutürk, Rıza Türmen, Şafak Pavey, Binnaz Toprak gibi isimlerle vermek istediği ‘yenilenme imajı’nda bu isimleri, ister istemez, ‘Ergenekoncu atılım’ın kenar süsleri durumuna indirgiyor.
Pusudaki Deniz Baykal-Önder Sav gibi isimlerin ‘kurultay kalkışması’ için de mükemmel bir zemin oluşturuyor.
Bu görüntüdeki bir ana muhalefet partisine cankurtaran simidi atacak tek kişi Tayyip Erdoğan.
O da bunu niye yapsın?
12 Haziran seçimleriyle ‘ölüm fermanı’ mühürlenmiş olan Ergenekon, kontratağa CHP üzerinden kalktığı için içine girdiğimiz ‘kriz’ önemli.
‘Kriz’den çıkışın biçimi ve sonuçları da o yüzden çok önemli olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder