Gazeteye ilan vermişler, Zübeyde Hanım'ın resmini koymuşlar, altına "bir anne bütün dünyayı değiştirebilir" yazmışlar. (Aslında "tüm" demişler ama bendeniz o kelimeyi hiç sevmem, "kötü metin yazarı" ya da "kasabada yetişmiş solcu yarı aydın" kokar.)
Elbette. Ona bakarsanız bir kum topağını avucuma aldığımda da bütün dünya değişir, okyanusun öbür ucunda bir kelebek kanat çırptığında da...
Peki buna ne diyeceğiz? "The Zübeyde Hanım effect"... (Yazının buraya kadarı entellektüeller için.)
Sade vatandaş için olan kısmına gelelim: Zübeyde Hanım "üzerinden" Anneler Günü'nü kutlamışlar. Artık çok bayatlamış ama her yaşlı kadının gönül telini mutlaka titretecek bir numara.
Kutlayan, bir turizm acentası.
Zübeyde Hanım'ın turizmle ne ilgisi var? Hiç.
Keşke Atatürk'ün turizmle ilgili özlü bir sözünü uydursalardı, "istikbal turizmdedir" falan gibi de, Emre Aköz'ün diline düşselerdi!... Ama yutturamazlardı, çünkü Atatürk'ün de turizmle uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmamış.
Yani, "ben turist rehberinin zeki, çevik ve hanut almayanını severim" gibi bir palavra yumurtlamak mümkün görünmüyor bu durumda...
Ana baba işin bahanesi tabii, amaç acentanın reklamını yapmak, buna da hiçkimsenin ağzını açamayacağı bir kılıf uydurmak. Hani, maç öncesi ekranlarda beliren "her iki takıma da başarılar dileriz, imza Zırtıloğlu Sucukları" gibilerden.
Aman, sakın önümüzdeki Babalar Günü'nde de Ali Rıza Bey'in resmini koyup "bir baba da bütün dünyayı değiştirir" falan demesinler, çünkü o resmin Ali Rıza Bey'e ait olmadığı, 1876 yılında Selanik'te oluşturulan inzibat taburlarından birinin toplu fotoğrafından rastgele alınmış kimliği bilinmeyen bir subayın olduğu kanıtlandı! (Atatürk bakmış da "bu bizim peder değil ki" deyivermiş.)
Aman aman, hele Ermiş Valentine Günü... Hafazanallah!
Yani düşünebiliyor musunuz, Fikriye Hanım'ın hülyalı bakışlı bir fotoğrafı, altında: "Bir sevgili Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdurabilir, işte aşkın gücü!"
Ezcümle diyorlar ki Zübeyde Hanım, Atatürk'ü doğurmakla dünyayı değiştirmiş.
Kutlu doğumun Brezilya ya da Papua- Yeni Gine gibi ülkelerde ne gibi sarsıntılara yol açtığını hatırlayamadım.
Ama tarih bilgim şuna yetiyor: Atatürk'ün, annesi Zübeyde Hanım'la ilişkisi çocukluk yıllarından beri bozuktu. Araları hiç yoktu.
Ali Rıza Bey'in genç yaşta ölümünden sonra annesinin yeniden evlenmiş, başına üvey baba getirmiş olmasını bir türlü hazmedememiş, kabullenememişti. Bu yüzden evden kaçmış, Selanik'ten Manastır'a gidip yatılı askeri okula yazılmıştı. Yani Zübeyde Hanım dolaylı da olsa dünyayı değiştirmeye asıl o zaman başlamış denebilir. Atatürk, Zübeyde Hanım "sayesinde" değil, "ona rağmen" asker olmuştu.
Büyük aşkı Fikriye Hanım da, üvey babası Ragıp Bey'in kardeşinin kızı, yani üvey kuzinidir!
Yetmiş yaşına gelip de bunları bilmeyen, bizden okuyunca "vay canına" diyen okurlarım için üzgünüm. Kabahat onların değil, bunları saklı tutan ve bizim yıllardır eleştirdiğimiz "Kemalizm esnafı"nındır.
Araları o kadar bozuktu ki, Atatürk, Zübeyde Hanım'ın cenazesine bile gitmedi de, kendisini temsilen yaverini gönderdi.
"Benim oğlum büyüyünce paşa olur inşallah" cümlesi, her Osmanlı anasının diline pelesenk ettiği bir temennidir. O kadar. Bana da söylerlerdi, paşa olmadım, gazeteci kaldım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder