Erdoğan’ı dinlerken Türkiye’de değil İsviçre’de yaşadığımız gibi bir hisse kapılıyorum. Hakkâri-Cizre hattından gelen görüntüler ve İstanbul’da PKK’nın yerleştirdiği patlayıcı ile kopan bacak görüntüleri nedir o zaman diye soracak olursanız, herhalde diyorum, Afganistan yahut Pakistan’da gerçekleştirilen Taliban eylemleri olsa gerek!
Oysa Türkiye’nin bir bölgesi Türkiye’den kopartılalı hayli zaman oldu. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti 814, 578 kilometrekarelik egemenlik alanının bir bölümünden sürüldü, çıkartıldı. Türk devletinin çıkarılıp sürüldüğü o bölgede PKK’nın iradesi geçerli hale geldi. “Devlet” dediğimiz “Yaptırım gücü olan irade” değil midir? Öyledir. Öyle ise bugün Cizre’de, Şırnak’ta, Hakkâri ve Yüksekova’da devletin yaptırım gücü ne kadardır? Gece ve gündüz sokaklar kimindir? Esnafından memuruna ve işsiz güçsüz vatandaşına kadar devletin mi sözü geçmektedir, PKK’nın mı? Devlet aç diyor PKK kapat, esnaf devletin değil PKK’nın emrine itaat ediyor! Halen BDP milletvekili ve bağımsız olarak 12 Haziran seçimlerine girecek olan adaylar gittikleri yerlerde havaya Kalaşnikof kurşunları sıkılarak karşılanıyor. Devletin polisi, jandarması nerede? Aynı şeyi Ankara’da yapabilir mi bir politikacı? Biz burada cebimizde çakı ile gezmekten korkuyoruz. Türkiye’nin o bölgesinde adaylar ve peşlerinden giden konvoylar yanlarında çantalar dolusu Molotof kokteylleri ile yürüyorlar. Yürümekle kalmıyor teneffüse çıkmış ilkokul öğrencilerinin üzerine fırlatıyorlar. Öğrenci yurtlarına saldırıp çocukları diri diri yakıyor, katliam denemelerinde bulunuyorlar! Niye böyle yaptınız denildiğinde, “Az bile yaptık” anlamı çıkacak laflar ediyor, “Siz de 12 gerillayı öldürmeseydiniz” türünden cevaplar veriyorlar. Zaten “gerilla” demeleri ve bu sözün yanlarına kalması bile aslında bu topraklar bizim, siz işgalcisiniz demek oluyor ama buna alıştırıldığımız için artık yadırganmaz hale geldi.
Ey millet!
Öcalan’ın Suriye’deki günlerini hatırlayınız. Hafız Esad ve tabii el altından ona arka çıkan dış güçler ellerini ceplerine sokmadan Türkiye ile onlarca yıl savaştı. Suriye’ye sıfır maliyetle Türkiye’nin ocağına incir ağacı dikildi. Türk’üyle, Kürt’üyle bu toprakların on binlerce insanı canından oldu, yetmedi, bu mücadeleye birkaç GAP parası harcadık, o da yetmedi bin yıldır kardeşçe yaşayan insanlar arasına fitne tohumları ekildi. O günkü Suriye’nin yerini bugün Doğu ve Güneydoğu bölgemizin bir kısmında Hafız Esad’ın yerini Hasip Kaplan’lar, Emine Ayna’lar, Selahattin Demirtaş’lar aldı. Daha trajik olanı ise Türkiye Hafız Esad’ı maaşa bağlamamıştı, bugünkülerin pek çoğu milletvekili maaşı ile ödüllendiriliyor. Yine bunların elektriğinden suyuna, bindikleri makam araçlarından sağlık hizmetlerine kadar bütün ihtiyaçları kendisi ile savaştıkları Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından karşılanıyor. Gelin görün ki o Türkiye Cumhuriyeti’nin o bölgede sözü geçmiyor. Şimdilik tek eksikleri tanklı, toplu, uçaklı bir ordularının olmayışı ve kendi paralarını basıp bayraklarını resmi dairelere asma aşamasına gelmemiş olmaları.
Bunu da yapacaklar.
Ne zaman mı?
Tabii ki 12 Haziran’dan sonra değiştirilecek anayasa ile olacak bu.
İnanın abartmıyoruz.
Biz, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)” diyoruz; yani Ankara’nın tanıdığı müstakil bir devlet var Kıbrıs’ın kuzeyinde. Türkiye’nin Güneydoğusu Hakkâri-Cizre hattında Molotof kokteylleri, Kalaşnikof namluları ve kaldırım taşları ile oluşturulan bölgedeki “devlete” Türkiye Cumhuriyeti’nin sözü işte o Bağımsız Devlet KKTC’de geçtiği kadar geçmiyor. Yani Ankara Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Hakkâri-Cizre ve Yüksekova’da olduğundan daha etkili. İşte böyle bir Türkiye’de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın seçim meydanlarında konuştuğu şeylere bakınız. Türk basınına bakınız, muhalefet partilerine bakınız, Türk halkının bu akıntıya kapılıp nasıl sürüklendiğine bakınız! Baktınız mı?
Farklı bir şey gördünüz mü?
Oysa Türkiye’nin bir bölgesi Türkiye’den kopartılalı hayli zaman oldu. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti 814, 578 kilometrekarelik egemenlik alanının bir bölümünden sürüldü, çıkartıldı. Türk devletinin çıkarılıp sürüldüğü o bölgede PKK’nın iradesi geçerli hale geldi. “Devlet” dediğimiz “Yaptırım gücü olan irade” değil midir? Öyledir. Öyle ise bugün Cizre’de, Şırnak’ta, Hakkâri ve Yüksekova’da devletin yaptırım gücü ne kadardır? Gece ve gündüz sokaklar kimindir? Esnafından memuruna ve işsiz güçsüz vatandaşına kadar devletin mi sözü geçmektedir, PKK’nın mı? Devlet aç diyor PKK kapat, esnaf devletin değil PKK’nın emrine itaat ediyor! Halen BDP milletvekili ve bağımsız olarak 12 Haziran seçimlerine girecek olan adaylar gittikleri yerlerde havaya Kalaşnikof kurşunları sıkılarak karşılanıyor. Devletin polisi, jandarması nerede? Aynı şeyi Ankara’da yapabilir mi bir politikacı? Biz burada cebimizde çakı ile gezmekten korkuyoruz. Türkiye’nin o bölgesinde adaylar ve peşlerinden giden konvoylar yanlarında çantalar dolusu Molotof kokteylleri ile yürüyorlar. Yürümekle kalmıyor teneffüse çıkmış ilkokul öğrencilerinin üzerine fırlatıyorlar. Öğrenci yurtlarına saldırıp çocukları diri diri yakıyor, katliam denemelerinde bulunuyorlar! Niye böyle yaptınız denildiğinde, “Az bile yaptık” anlamı çıkacak laflar ediyor, “Siz de 12 gerillayı öldürmeseydiniz” türünden cevaplar veriyorlar. Zaten “gerilla” demeleri ve bu sözün yanlarına kalması bile aslında bu topraklar bizim, siz işgalcisiniz demek oluyor ama buna alıştırıldığımız için artık yadırganmaz hale geldi.
Ey millet!
Öcalan’ın Suriye’deki günlerini hatırlayınız. Hafız Esad ve tabii el altından ona arka çıkan dış güçler ellerini ceplerine sokmadan Türkiye ile onlarca yıl savaştı. Suriye’ye sıfır maliyetle Türkiye’nin ocağına incir ağacı dikildi. Türk’üyle, Kürt’üyle bu toprakların on binlerce insanı canından oldu, yetmedi, bu mücadeleye birkaç GAP parası harcadık, o da yetmedi bin yıldır kardeşçe yaşayan insanlar arasına fitne tohumları ekildi. O günkü Suriye’nin yerini bugün Doğu ve Güneydoğu bölgemizin bir kısmında Hafız Esad’ın yerini Hasip Kaplan’lar, Emine Ayna’lar, Selahattin Demirtaş’lar aldı. Daha trajik olanı ise Türkiye Hafız Esad’ı maaşa bağlamamıştı, bugünkülerin pek çoğu milletvekili maaşı ile ödüllendiriliyor. Yine bunların elektriğinden suyuna, bindikleri makam araçlarından sağlık hizmetlerine kadar bütün ihtiyaçları kendisi ile savaştıkları Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından karşılanıyor. Gelin görün ki o Türkiye Cumhuriyeti’nin o bölgede sözü geçmiyor. Şimdilik tek eksikleri tanklı, toplu, uçaklı bir ordularının olmayışı ve kendi paralarını basıp bayraklarını resmi dairelere asma aşamasına gelmemiş olmaları.
Bunu da yapacaklar.
Ne zaman mı?
Tabii ki 12 Haziran’dan sonra değiştirilecek anayasa ile olacak bu.
İnanın abartmıyoruz.
Biz, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)” diyoruz; yani Ankara’nın tanıdığı müstakil bir devlet var Kıbrıs’ın kuzeyinde. Türkiye’nin Güneydoğusu Hakkâri-Cizre hattında Molotof kokteylleri, Kalaşnikof namluları ve kaldırım taşları ile oluşturulan bölgedeki “devlete” Türkiye Cumhuriyeti’nin sözü işte o Bağımsız Devlet KKTC’de geçtiği kadar geçmiyor. Yani Ankara Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Hakkâri-Cizre ve Yüksekova’da olduğundan daha etkili. İşte böyle bir Türkiye’de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın seçim meydanlarında konuştuğu şeylere bakınız. Türk basınına bakınız, muhalefet partilerine bakınız, Türk halkının bu akıntıya kapılıp nasıl sürüklendiğine bakınız! Baktınız mı?
Farklı bir şey gördünüz mü?