24/06/2011
Kürtlerin önlerine çıkarılan bütün engelleri aştığı ve çözümün odak noktasının demokrasiden geçtiğini içselleştirdikleri bu süreçte çabalar boşa mı gitti?
İmralı’ya gidecek motor ‘hava muhalefeti’ne takıldı. Kritik kararın verildiği günlerde Öcalan’la Kürt siyasi hareketinin ilişkisinin kesilmesini nasıl yorumlayabiliriz? (Öcalan bir önceki görüşmede ‘ateşkes kararı’nın uzatılması çağrısında bulunmuştu ve bu çağrı Kandil tarafından da kabul görmüştü.) Öcalan’ın Dicle kararı konusundaki yaklaşımı belki de gerginliği çözebilecek etkiler yapabilirdi.
KCK’nın bir gün önceki çağrısı da durumu anlamak açısından ilginç bulunabilir: “Siyasi olan bu kararı, devlet ve hükümet isterse, yasama-yargı-yürütme organları yoluyla gerekli düzeltmeyi yapma imkânına sahiptir. Devletin, henüz çok geç olmadan, sonuçları halklarımız için ağır olabilecek bu yanlışı düzeltme sorumluluğu göstermesi gerekmektedir.”
Meşrulaşmaya engel
12 Haziran seçimlerinde Kürt siyasi hareketinin değişik kanatlarından, ayrıca Öcalan’dan ve Kandil’den gelen mesajlar ve seçimlerde gösterilen yoğun çabalar; Kürtlerin meşruiyete ve yasal alana yönelik ciddi bir kararlılığını ve eğilimini ortaya koydu.
Arkasında 27 yıllık bir silahlı ayaklanma tarihi bulunan bir siyasi akımın yasal bir harekete dönüşebilmesi, meşru alanı egemen alan olarak kabullenmesi kolay değil. Bu sürecin inişli çıkışlı bir çizgide ilerlemesi kaçınılmaz.
Son iki yıldır, devlet tutumunun ve devlet aklının, bütün bunları yeterince analiz edemediğini görüyoruz. Üç bine yakın Kürt siyasetçisi tutuklandı. DTP kapatıldı, Türk ve Tuğluk’un milletvekilliği düşürüldü. Konuşmaları ve değerlendirmeleri nedeniyle çok sayıda Kürt aydını yargı önünde. Hatip Dicle tek örnek değil, Leyla Zana, Ahmet Türk, Aysel Tuğluk, Emine Ayna, Selahattin Demirtaş, İsmail Beşikçi gibi önde gelen birçok isim de mahkeme kapılarında.
Başka yönden bakarsak; Kürtçe TV, seçimlerde Kürtçe konuşma yasağının kaldırılması gibi adımlar dikkat çekiyor. Öcalan’la görüşmeler kesintilere uğrasa da sürüyor. Kandil’le bile bazı temasların olduğu anlaşılıyor. CHP’nin tutumunda çözüm yönünde de ciddi bir değişim gerçekleşti.
Karşılıklı sabır
Dicle’nin milletvekilliğinin iptali, yaşanan süreç üzerinde adeta ‘zehirli bir iğne’ etkisi yaptı. 85 bin seçmenin oyunu alan Dicle’yle ilgili verilen karar, seçmenin tercihini ve Meclis’in iradesini açık bir şekilde bloke eden bir gelişme olarak önümüzde.
Şimdi ne olacak? Yeniden çözümsüzlük ortamına mı dönülecek? Kürtlerin önlerine çıkarılan bütün engelleri aştıkları ve çözümün odak noktasının demokrasiden geçtiğini içselleştirdikleri bu süreçte harcanan çabalar boşa mı gidecek?
Parlamenter rejimin istikrarı ve kalitesi açısından son yıllarda atılan adımları küçümseyemeyiz. Militarizmin gücünün kırılması, yargıya egemen olan otoriter elitin hegemonyasının sınırlandırılması gibi gelişmeler çözüm için bir imkân.
Ancak, en azından Kürt sorununda, arzulanan düzeyde bir mesafe alınabildiğini söylemek hâlâ pek mümkün değil.
Tabii, yargıdan, siyasetten gelen her olumsuz adımı ‘bu iş bitti’ yaklaşımıyla ele alan gerginlikten kaçınmalı. Zamana, sükûnete ve gelişmelere değişik pencerelerden bakabilmeye ihtiyaç var.
Kürt siyasi hareketinin 1990’lı yılların başında ilk belediye başkanlıklarını kazanmasını bazı çevreler kabul edilemez bulmuştu. Askerler onları ‘meşru’ görmüyorlar, muhatap kabul etmiyorlardı (2007’de Kürtlerin grup kurmasını TSK tepkiyle karşılamış ve onları protesto için Meclis’e girmeme kararı almıştı).
Kürt meselesine ilişkin tavırlar, değerler ve kavramlar da, Kürtlerin yaşananlara yükledikleri anlamlar da artık bir dönüşüm geçirmiş durumda. Yasal alanın kapsayıcılık düzeyinin genişlemiş olması da önemli. Son seçimlerdeki bağımsız adayların ‘kimlik renkliliği’ hem Kürtlerdeki hem de Türkiye’nin genelindeki vizyon zenginleşmesini ortaya koyuyor. BDP destekli milletvekillerinin Meclis’e girmeme kararı, yeni bir çözüm imkânının kapısını da açabilir, bir krizin kapısını da... Umarız bu kriz, yeni bir şiddet dalgasına neden olmadan, Kürtlerin onurları kırılmadan aşılır...
KCK’nın bir gün önceki çağrısı da durumu anlamak açısından ilginç bulunabilir: “Siyasi olan bu kararı, devlet ve hükümet isterse, yasama-yargı-yürütme organları yoluyla gerekli düzeltmeyi yapma imkânına sahiptir. Devletin, henüz çok geç olmadan, sonuçları halklarımız için ağır olabilecek bu yanlışı düzeltme sorumluluğu göstermesi gerekmektedir.”
Meşrulaşmaya engel
12 Haziran seçimlerinde Kürt siyasi hareketinin değişik kanatlarından, ayrıca Öcalan’dan ve Kandil’den gelen mesajlar ve seçimlerde gösterilen yoğun çabalar; Kürtlerin meşruiyete ve yasal alana yönelik ciddi bir kararlılığını ve eğilimini ortaya koydu.
Arkasında 27 yıllık bir silahlı ayaklanma tarihi bulunan bir siyasi akımın yasal bir harekete dönüşebilmesi, meşru alanı egemen alan olarak kabullenmesi kolay değil. Bu sürecin inişli çıkışlı bir çizgide ilerlemesi kaçınılmaz.
Son iki yıldır, devlet tutumunun ve devlet aklının, bütün bunları yeterince analiz edemediğini görüyoruz. Üç bine yakın Kürt siyasetçisi tutuklandı. DTP kapatıldı, Türk ve Tuğluk’un milletvekilliği düşürüldü. Konuşmaları ve değerlendirmeleri nedeniyle çok sayıda Kürt aydını yargı önünde. Hatip Dicle tek örnek değil, Leyla Zana, Ahmet Türk, Aysel Tuğluk, Emine Ayna, Selahattin Demirtaş, İsmail Beşikçi gibi önde gelen birçok isim de mahkeme kapılarında.
Başka yönden bakarsak; Kürtçe TV, seçimlerde Kürtçe konuşma yasağının kaldırılması gibi adımlar dikkat çekiyor. Öcalan’la görüşmeler kesintilere uğrasa da sürüyor. Kandil’le bile bazı temasların olduğu anlaşılıyor. CHP’nin tutumunda çözüm yönünde de ciddi bir değişim gerçekleşti.
Karşılıklı sabır
Dicle’nin milletvekilliğinin iptali, yaşanan süreç üzerinde adeta ‘zehirli bir iğne’ etkisi yaptı. 85 bin seçmenin oyunu alan Dicle’yle ilgili verilen karar, seçmenin tercihini ve Meclis’in iradesini açık bir şekilde bloke eden bir gelişme olarak önümüzde.
Şimdi ne olacak? Yeniden çözümsüzlük ortamına mı dönülecek? Kürtlerin önlerine çıkarılan bütün engelleri aştıkları ve çözümün odak noktasının demokrasiden geçtiğini içselleştirdikleri bu süreçte harcanan çabalar boşa mı gidecek?
Parlamenter rejimin istikrarı ve kalitesi açısından son yıllarda atılan adımları küçümseyemeyiz. Militarizmin gücünün kırılması, yargıya egemen olan otoriter elitin hegemonyasının sınırlandırılması gibi gelişmeler çözüm için bir imkân.
Ancak, en azından Kürt sorununda, arzulanan düzeyde bir mesafe alınabildiğini söylemek hâlâ pek mümkün değil.
Tabii, yargıdan, siyasetten gelen her olumsuz adımı ‘bu iş bitti’ yaklaşımıyla ele alan gerginlikten kaçınmalı. Zamana, sükûnete ve gelişmelere değişik pencerelerden bakabilmeye ihtiyaç var.
Kürt siyasi hareketinin 1990’lı yılların başında ilk belediye başkanlıklarını kazanmasını bazı çevreler kabul edilemez bulmuştu. Askerler onları ‘meşru’ görmüyorlar, muhatap kabul etmiyorlardı (2007’de Kürtlerin grup kurmasını TSK tepkiyle karşılamış ve onları protesto için Meclis’e girmeme kararı almıştı).
Kürt meselesine ilişkin tavırlar, değerler ve kavramlar da, Kürtlerin yaşananlara yükledikleri anlamlar da artık bir dönüşüm geçirmiş durumda. Yasal alanın kapsayıcılık düzeyinin genişlemiş olması da önemli. Son seçimlerdeki bağımsız adayların ‘kimlik renkliliği’ hem Kürtlerdeki hem de Türkiye’nin genelindeki vizyon zenginleşmesini ortaya koyuyor. BDP destekli milletvekillerinin Meclis’e girmeme kararı, yeni bir çözüm imkânının kapısını da açabilir, bir krizin kapısını da... Umarız bu kriz, yeni bir şiddet dalgasına neden olmadan, Kürtlerin onurları kırılmadan aşılır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder