12 Haziran 2011 seçimlerinin üzerinde en az durulan, belki de hiç konuşulmayan sonuçları, sayıları çok ama hepsinin aldığı oy birlikte ancak % 4.60 eden partilerin durumudur.
Önce bunun neden böyle olduğunu, bu partilerin neyi temsil ettiğini, iddialarıyla aldıkları oy arasındaki uçurumu nasıl açıklamak gerektiğini, sonra Türkiye'de toplumsal taleplerin neden bu tür partileri bu defa tamamen etkisizleştirdiğini düşünmek ve izah etmek gerekir.
Bu partilerin arasında ünlü DYP ve ANAP'ın birleşmesinden oluşan Demokrat Parti'nin, Erbakan Hoca'nın Saadet Partisi'nin, Ecevit'in DSP'sinin de bulunduğu uzayıp giden listeyi dikkate aldığımızda, gerçekten ilginç bir tabloyla karşı karşıya bulunduğumuz açıktır.
Kutuplaşma süreci
Öncelikle, Türkiye'nin yaşadığı değişim ele alınıp, bu değişimin neden siyasette çok partiye hayatiyet vermediği tartışılmalıdır. Bunun için sadece toplumsal yapıda yaşanan değişimi ele almak yetersiz kalabilir.
Biliyoruz ki, toplumsal hayat toplumsal ilişkiler çoğulculaşıp, farklılaştıkça siyasal bakımdan da hem düşüncelerin hem de eğilimlerin farklılaşması beklenir. Oysa siyasal kültürümüzde, bu eğilimlerin aksine bir kutuplaşma süreci yaşanmaktadır. O halde mesele, Türkiye'nin toplumsal yapısında ortaya çıkan yeni kurumlara, sınıf ve tabakalara, yeni aktörlere, yeni taleplere yani çoğulculaşmaya rağmen, siyasi kültürde iki temel eksen arasındaki kutuplaşmada düğümlenmektedir ve bu kutuplaşma bütün bu çoğulluğu örtecek kadar etkin ve belirleyicidir.
Vurgulanması gereken, siyasal kültürde yaşanan bu kutuplaşmanın nasıl baskın hale geldiğidir. Toplumsal merkezle-siyasal merkez arasındaki gerilimin zaman zaman çatışmaya dönüşmesi ve bu çatışma sürecinde insanların siyasal davranışlarını belirleyen ideolojik kutuplaşmanın keskinleşmesinin önemli bir işlevi olduğunu tespit etmek gerekir.
Devlet etrafında oluşmuş olan siyasal kültürün dayandığı toplumsal temeller, bütünüyle statülerini devletin sunduğu imkânlara dayandıran zümre ve sınıflara uzanmaktadır. Toplumsal merkez ise bütünüyle tarihsel olarak sivil oluşumları kapsamaktadır.
Türkiye'de demokratikleşme sürecinin, bu iki eksen arasındaki diyalektikte yatan sorunları aşmaya yönelik olduğu düşünüldüğünde, geçen referandum ve Ergenekon yargılama sürecinden bu yana, bu sorunların artık keskin bir ideolojik ayrışma ve mücadeleye büründüğünü söylemek mecburiyeti vardır.
Arada kalanlar
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin referandum ve Ergenekon sürecinde ortaya koyduğu açık tavır, bu partiyi kutuplardan biri haline getirirken, diğer kutupta yer alanların giderek yeknesaklaştığı bir süreç yaşanmıştır.
Kutuplaşma içerisinde tercih yapan insanlar, o kadar keskinleşmişlerdir ki oylarının "dağılmasına" izin vermeyerek seçimi bu mücadelenin ideolojik heyecanıyla yapmışlardır.
Sağda ve solda yer alan, bugün neredeyse hiç oy alamamış partilerin, yaşanan bu farklılaşma ve çatışma ekseninde belirleyici bir konumda bulunmamalarının diğer bir nedeni ise, ortaya koydukları siyasal dil, ideolojik tutum ve örgütsel davranış olarak, bu kutuplaşma sürecinde seçmenin zihninde yetersiz bulunmuş olmasıdır.
Bu partilerin sağda olanları, sivilleşme sürecine ve demokratik gelişmeye daha geniş bir katkı yapacak politika önermediği için, solda yer alanları ise zaten tepkisel bir konumda olan devlet merkezli siyaset algısı, başka siyasal temsilciye gerek duymadığı için, oldukça önemsiz sayılacak oylar almışlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder