27 Haziran 2011 Pazartesi

Siyasal söylem

Siyasal söylem, siyasetçilerin ve siyasi partilerin, desteğini kazanmak istedikleri kitlelere kendi düşünce ve eylem planlarını ifade biçimleridir.
Rekabetçidir. Sürece birçok aktör katılır. Reklam da çok aktörlü bir etkileme sürecidir ama ticaridir. Bir de propaganda vardır. Tek aktörlü, tek merkezli, tek yönlü, rekabetçi olmayan bir etkileme sürecidir. Biraz ihtiyaçlara biraz da korkulara hitap eder. Propaganda daha çok otoriter siyasal yapılarda görülür.

Eğitimli ve gelişmiş bir ülke olan Almanya'nın nasıl olur da eğitimsiz, niteliksiz ama etkileyici bir demagogun peşine takılarak felakete gittiği merak konusu olmuştur. Özellikle Amerikan bilim adamları (T.W.Adorno'nun önderliğinde) bu konuyu yıllar boyunca incelemişlerdir. "Otoriter Kişilik" adlı kitaplarında (Harper Brothers, New York, 1950) basit ama çarpıcı bir sonuca ulaşmışlardır. "Ancak duydukları şeyleri duymaya ihtiyacı olan insanlar propagandanın etkisinde kalırlar." İşsiz, yoksul ve gelecek korkusu olan insanlar, onları korumaya, refaha kavuşturmaya, saygınlık kazandırmaya söz veren akım, örgüt ve önderlere inanır ve peşinden giderler. Güçsüz hissedenler bir otoriteye sığınma ihtiyacı duyarlar. Propaganda onlar üzerinde etkili olur.

Bizim siyasal sistemimiz bir demokrasi. Çok aktörlü, çok kanallı ve çok söylemli (mesajlı) olduğundan propaganda söz konusu değil. Ama farklı siyasal söylemler farklı düzeylerde insanları etkiliyor. AK Parti'nin, daha doğrusu Başbakan Erdoğan'ın söylemi Türkiye halkının yarısını etkiliyor. Neden?

Biraz muhafazakâr, biraz milliyetçi (ama kavmiyetçi değil) biraz da sık yaptırdığı araştırmalarla halkın nabzını tutan pragmatikliği ile onların kalbine dokunuyor. İcraatla desteklenen inandırıcılık, onun ve partisinin ideoloji partilerinden, söylemi ile tabanı ve kadrosu arasında uyum olmayan partilerden daha fazla onay görmesine neden oluyor.

AK Parti'nin oylarını artırarak kazandığı seçim sonrasında Başbakan'ın kurmaylarına, "Araştırın bakalım neden %50'den fazla oy alamadık" diye sorması ilginç. Bazı yorumcular bunu yadırgadılar. Kazanan parti neden bu soruyu sorsun ki, daha az oy alan partiler araştırma yapmalı dediler. Oysa ben aynı kanıda değilim.

Akıllı bir iktidar partisi, iyi yönetebilmek, tüm yurttaşların hükümeti olabilmek için kendisini desteklemeyenlerin neden rahatsız olduğunu, ne yapılırsa onların kazanılabileceğini merak eder. Bu bakımdan AK Parti yönetimini kutlamak gerekir. Seçim sırasındaki halkla sıcak temaslarını, seçim sonrasında da sürdürecekler demektir. "Öğrenen örgüt" kavramı bu günün dünyasında her türlü kuruluş için başarının bir şartı olarak görülmektedir.

İkincisi "başkanlık sistemini" tartışmayı bir kenara koysa da Başbakan Erdoğan, başkanlık fikrini ebediyen terk etmiş görünmemektedir. AK Parti'nin başarısının büyük ölçüde kendi karizmasına ve etki gücüne dayandığını bildiği için, geri kalan %50'nin bir bölümünün desteğini kazanması onun halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı olması için gereklidir. O nedenle başlattığı araştırma veya sorduğu soruya alınacak akılcı ve gerçekçi yanıtlar onun cumhurbaşkanı seçilmesini kolaylaştıracaktır.

Ya istediği ek yetkiler? Eğer onları yeni anayasada elde edemezse, zaten darbecilerin yaptığı şimdiki anayasa cumhurbaşkanlığı makamını parlamenter sistemin cumhurbaşkanından çok daha fazla yetki ile donatmıştır. Bir de AK Parti dördüncü kez seçim kazanırsa hiçbir anayasal değişiklik olmadan fiili bir başkanlık sistemi gerçekleşmiş olur. Benden söylemesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder