Başbakan Tayyip Erdoğan, Davos’taki tarihi ‘One minute!’ çıkışını yaptığında, memleketimiz sınırlarında feryatlar yükselmeye başlamıştı.
Erdoğan’ın İsrail’e olan tepkisini sıcağı sıcağına ekranlarda değerlendiren kimi emekli büyükelçiler, elleri kalplerine koyarak konuşuyordu:
‘Aman Allah’ım! Türkiye bunu İsrail’e nasıl yapar? Bunları da mı görecektik? Bunun bedelini bize çok ağır ödetirler.’
O sıralarda Arap sokağında yüzbinlerce insan, Tayyip Erdoğan posterleriyle sevgi gösterisinde bulunuyordu.
***
Türkiye bugünlere nasıl geldi. ‘Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü’ diye coğrafyaya sırtını dönen bir ülke, nasıl oldu da ‘Şam’ın şekerini, ağzının tadı’ olarak görmeye başladı.
Hikaye uzun, ama kısaca anlatmak mümkün. Dün kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklarla, değerlerini askıya alarak varlığını koruyan bir ülkeydik. Şartların zorlaması, dayatmalar ve diğer etkenler; bunların önemi yok. Sonuçta, kendi değerlerini, ‘devlet aklı’ndan uzak tutan, daha açık ifadeyle İslam’a ve Müslümanlara karşı ‘perhiz’ yapan bir anlayış hakim oldu bu topraklarda.
Bugün; kaybettiğini, unuttuğunu, yok saydığını arayan, hatırlayan, yeniden inşa etmeye çalışan bir gayret var. Belki çok eksik, entelektüel olarak takatsiz, hatta bir hayli cesaretsiz bile sayılabilir. Ama kesinlikle çok samimi.
Kuşkusuz Lozan’ın çocukları, bu gayretten pek memnun değil. Onlar şunu söylüyor: Dünya sistemi bize bir pazarlık gereği bu topraklarda yaşamayı bahşetti. Şimdi bize ne oluyor ki yeniden gözlerimizi açıp etrafımızda olup bitene ilgi gösteriyoruz. Pazarlığı bozmayalım, sistemin kollarında yaşamak varken, ne diye bunca zahmete girelim!
Bu arkadaşlar, Türkiye’nin son yıllarda ‘komşularla sıfır sorun’ diye adlandırdığı dış politika ilkesini, her vesileyle ‘test’ edip, ardından şunu söylemekten adeta haz duyuyorlar: ‘Sıfır sorun politikası iflas etmiştir. Bakın Suriye’de ne oldu, görün İran’a ne olacak!’
***
Hadi bir an için bunların hepsini iyi niyetli sayalım ve birkaç başlıkla tezlerine cevap verelim.
Bir: Sıfır sorun politikası, sorunların sıfırlanması değil, geçmişte birilerinin dayattığı sorunlar yumağını bir kenara bırakarak, yeni bir gelecek kurgusu üzerinde çaba göstermektir.
İki: Sıfır sorun politikası, aynı zamanda yeni sorunların doğmasına izin vermemeyi önceleyen bir ilkesel duruşu ifade eder.
Üç: Sıfır sorun, geçmişinden, tarihsel derinlikten, ortak değerler zincirinden kaçmak için bahane arayan ‘ulusalcı’ köhneliğin yerini, emperyal bir vizyonun almasıdır. Bir meydan okuma olduğu kadar, ortak gelecek çağrısıdır bölgeye ve dünyaya.
Dört: Sıfır sorun, tam da onun iflas ettiğini düşünüp etekleri zil çalanların tezlerinin aksine, dinamik ve ilkeleri koruyarak değişimi sürekli kılan bir çabanın adıdır. Bu yönüyle, geçmişin kodlarına saplanıp kalanların anlaması ya da katkı sağlaması mümkün olmayan bir özelliğe sahiptir. Nitekim ‘küresel aktörlerin dediği olur, ötesi hayal görmektir’ diyenlerin böyle bir dünyayı kavrama şansı yoktur.
Beş: Sıfır sorun Türkiye’nin tarih sahnesine yeniden çıkışının ifadesidir. Galiba hepsinden önemlisi bu heyecanı yaşayabilmek ve paylaşabilmek.
Türkiye, karmaşık sorunları olan, peş peşe yeni krizlerin ortaya çıkması muhtemel bir coğrafyada, bir bölge gücü, hatta küresel aktör olarak elini taşın altına soktu. Bu yeni bir dönem ve herkesin olup biteni zamanın ruhuyla okuması gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder