Şakir, "Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer..." cevabını verir.
5-10 yıl sonra, dervişin yolu aynı bölgeye düşer. Şakir'i arar; sorup soruşturur. Köylüler, "O iyice fakirledi, şimdi Haddad'ın yanında çalışıyor" diye bilgi verir. Derviş, Haddad'ın çiftliğine gider, Şakir'i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü kıyafetler vardır. Üç yıl önce bir sel felâketine uğramış, sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Şakir, bu defa dervişi, son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır. Derviş vedalaşırken, Şakir'e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğu söyler. Şakir'den şu cevabı alır: "Üzülme... Bu da geçer...'
Birkaç yıl sonra dervişin yolu gene aynı köye düşer. Haddad ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir'e bırakmıştır. Şakir, Haddad'ın konağında oturmaktadır, kocaman araziler ve binlerce sığır ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunun zengin olmasından dolayı ne kadar sevindiği söyler ona ve yine aynı cevabı alır: "Bu da geçer..."
Bir zaman sonra derviş, bölgeye geldiğinde Şakir'i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir'in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: "Bu da geçer..."
Derviş "Ölümün nesi geçecek" diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir'in mezarını ziyaret etmek için geri döner ama ortada ne tepe ne de mezar kalmıştır. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir'den geriye bir iz dahi bırakmamıştır.
***
'Bu da geçer Ya Hu' sözünün hikâyesi, Bizans dönemine kadar uzanır. Bizanslılar başlarına iyi ya da kötü bir şey geldiği zaman 'K'afto ta perasi' demektedirler. Söz, Selçuklular döneminde İran'a ulaşır ve Farsça, 'İn niz beguzered' olur. Osmanlı döneminde tekkelerde benimsenir ve sonuna "Ya Allah" manasına gelen "Ya Hu" eklenir. (Saim Güven'e teşekkürler)***
Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler, ağzına dolar insanın. Sussan... acıtır; konuşsan... kanatır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder