"Peki bu aydınlarımız oy verme meselesinde neden bu kadar kasıyor kendini; neden basit bir işi böylesine karmaşık hale getiriyor" diye sormuştum son yazımda.
Kastettiğim aydın tipi sekiz senedir AK Parti'ye oy vermemek için takla atmaktan bitap düşen, AK Parti'nin icraatlarını takdir ettiği halde her seçimde bir bahane bulup oy vermeyen; bazen bulduğu bir bağımsız adaya kurtarıcı gibi sarılıp "namusu kurtaran", bir başka sefer ne olduğu belirsiz bir bloka oy verip "muhalif tavrı"nı koruyan aydınlar...
Oysa halkın büyük çoğunluğuna baktığımızda gayet pragmatik, esnek ve rahat bir seçmen davranışı görüyoruz. Her seçim arifesinde yeni bir durum değerlendirmesi yapan, oy vereceği partiyi değiştirmekten gocunmayan, "Ben sol kökenli biri olarak nasıl olur da sağ partiye oy veririm" diye komplekslere kapılmayan bir tavır...
İki kesim arasındaki bu davranış farkının sebebi ne?
1 Haziran 2007 tarihli "Seçmen olarak aydın" başlıklı yazımda bu konuda şöyle yazmışım:
Aydın kesimlere sorsanız geniş seçmen kitlelerinde ortaya çıkan bu oynaklık, bu kesimin bilinçsizliğinden kaynaklanıyor. Eğitimsiz halkımız, "oy verme" bilincine henüz tam eremediği için, her seçimde bir başka partinin propagandasının etkisinde kalıp yanıltılabiliyor. Oysa bana göre, halktaki bu pragmatist ve "oynak" tutum kimi aydınların tutumundan çok daha sağlıklı ve çok daha çağdaş...
Çok daha sağlıklı; çünkü o, oy verdiği partiyle özdeşleşmiyor. Oyunu verdi diye ruhunu vermiş gibi hissetmiyor kendini, sadakat duymuyor. Oy verdiği partinin bir parçası olduğunu; o partinin bütün davranışlarının sorumluluğunu taşıyacağını düşünmüyor.
Çok daha çağdaş; çünkü ideolojik bir parti anlayışı yok kafasında. Oy verdiği partiyi belli bir süre için ülkenin işlerini yürütmek üzere görevlendirdiğini düşünüyor, o kadar... Dolayısıyla da, parti değiştirdiği zaman kendi kendine ihanet etmiş gibi hissetmiyor.
Aslına bakarsanız, oy verilen partiyi değiştirmenin böylesine hayati bir değişiklik olarak algılanmasının altında, son derece anti demokratik bir anlayış yatıyor; O partinin iktidara geldiğinde toplumu dönüştüreceğini kabullenen bir anlayış...
Eğer siz oy verdiğiniz partiyi dört beş yıl boyunca kuralları belirlenmiş bir alanda ortak işleri yürütmek ve ortak bütçeyi kullanmakla görevlendirdiğinizi düşünürseniz tıpkı apartman yöneticisi değiştirirken duyduğunuz gibi bir rahatlıkla değiştirirsiniz adayınızı.
Ama iktidara gelen partiyi ülkenin iklimini değiştirecek; yaşam tarzınızı değiştirmeye, dünya görüşünüzü dönüştürmeye kalkacak güçte ve yetkide bir kurum olarak görürseniz, işiniz gerçekten güçtür.
Bu ele alış, sadece sizin karar vermenizi açmaza sokmakla kalmaz, iktidarı emanet ettiklerinizi de "kötü yola" düşürür. Öyle ya, sizden sadece oyunuzu isteyene ruhunuzu da vermeye kalkarsanız, onun da o ruha yeniden şekil vermeye kalkmasına söyleyecek söz kalmaz...
X x x
Bu aydın tipinin "yönetme", "hükümet etme" anlayışındaki sakatlık devlet algısıyla, devletle kurduğu ilişkiyle de bağlantılı.
Bizim aydınımızın kökü devletin taa içindedir. Aydın olmayı, "ben devlet olsam ne yapardım"ı düşünmekten ibaret sanır. Kendini devletle, onun bütün kurumlarıyla bir tutmanın, aynılaşmanın kaynağı burada yatar. Ve bu kaynak sonunda ruh ikizini devlette bulma, kalben bağlılık, kişiliğini devletten devşirme gibi garipliklere kadar uzanır. İşte bu yüzden olsa gerek, oy verirken içine düştüğü ikilemler eş seçerkenkinden beterdir. Kendini devletten, devleti kendinden sorumlu sanır. Devleti oluşturma ve dönüştürme sorumluluğu vehmi, devletin kendini dönüştürebileceği teslimiyetine kadar uzanır.
Tuttuğu şey bir parti değil, kendisince devletin manevi şahsiyetidir adeta. Her biri minik birer İnönü, Ecevit, Baykal'dır. Bu yüzden de her seçimde bir anlamda kendilerine oy verirler.
Ehh, böyle olunca da tabii, oylarının yönünü biraz değiştirmeye niyetlenseler, kendilerini ihanet etmiş gibi hissederler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder