23 Haziran 2011 Perşembe

Dicle, YSK: Bubi tuzağı...

Seçimler sonunda huzur içinde yapıldı ama şimdi de Diyarbakır'dan bağımsız seçilen Hatip Dicle'nin, milletvekilliğinin YSK tarafından düşürülmesini tartışıyoruz. Kürt sorununun çözümünün hiç de öyle kolay olmadığını herkes bir daha görüyor.

Artık fizik kanunları gibi Türkiye'yi karıştırma kanunu var. Nasıl su, normal şartlarda yüz derecede kaynıyorsa, Kürt meselesi, ne zaman barış yoluyla çözülmek istense karşımıza derin provokasyonlar çıkıyor. 1993'te tam genel af ve çözüme en yakın olduğumuz sırada, Bingöl- Elazığ karayolunda, silahsız, korumasız 33 er, otobüsten indirilerek katledildi. AK Parti iktidarında belki böyle onlarca provokasyon var. Vesayet sistemi, köşeye sıkıştıkça, terör ve şiddet üzerinden huruç hareketleri deniyor. Bugün Ergenekon davası sürerken açığa çıkan belgeler, bilgiler, asıl yapılması gerekenin; Ergenekon-PKK-terör örgütleri ilişkilerini açığa çıkarmak olduğunu anlatıyor. Ergenekon-PKK bağlantısı açığa çıkarılmadan, derin devletin Kürt meselesindeki rolü deşifre edilmeden Kürt sorunu asla çözülemez.
Kürt sorununun o kadar çok aktörü var ki. Kim nerede duruyor, kim kimin için vuruyor, kim kime hizmet ediyor anlamak çok zor.

Hatip Dicle olayını ele alalım. Sanki seçimlerden sonra barış süreci baltalansın diye kurulmuş bubi tuzağı gibi. Hatip Dicle, 23.10.2007 tarihinde "terör örgütünün propagandasını yapmak"la suçlandı. Bu suçlama bile artık anlamsız değil mi? BDP'liler alenen göstere göstere bu suçu her gün işliyorlar. Üstüne tehdit ve şantaj cabası... Buna bir şey diyemiyorsanız -ki diyemiyorsunuz- arada birkaç kurban seçip cezalandırmanın vicdanî, hukukî bir yanı var mı? Yani bir, Hatip Dicle, eski çözümün peşinde olanların seçtiği bir kurban. İşin başı yanlış...
İki, Yargıtay, Dicle hakkındaki kararı 22 Mart'ta, yani 12 Haziran seçimlerinden yaklaşık 3 ay önce kesinleştirdi. YSK ise Dicle'nin milletvekili seçilme yeterliliği taşımadığına, Dicle milletvekili seçildikten 9 gün sonra, 21 Haziran 2011'de karar verdi. Yani yargı, Dicle'nin hakkında seçimlerden üç ay önce kesinleşen mahkûmiyet kararının gereğini, üç ay sonra yaptı. Soruyoruz şimdi, Yargıtay'da kesinleşen karar üç ay boyunca nasıl oyalandı? Kim oyaladı? Neden oyaladı?
Üç, Hatip Dicle'nin, mevcut yasalara göre aday olamayacağı, seçilse bile milletvekilliğinin düşeceğini avukatları da biliyordu. Onlar neden bu yolu seçti? BDP, neden yedek bir aday göstermedi, Dicle'ye verilen 70 bini aşkın oyun boşa gitmesi neden önlenmedi? Bunu yapmayan BDP'nin şimdi AK Parti'yi suçlaması ne kadar samimi?
Ortada Ergenekonvari bir tezgah var. Şiddet ve tehdit diline pek meraklı bir siyasî örgüte, adeta sokağa dökülün, silaha sarılın, dağı işaret eden bir tezgah bu. Nitekim, BDP Genel Başkanı, Hakkâri Milletvekili Selahattin Demirtaş Milliyet'e konuşmuş. Diyor ki; "Şuna kararlıyız. Biz 6 eksikle Meclis'e gitmeyiz. Bir eksikle de gitmeyiz. Bunun gideceği nokta PKK'nın ateşkesi bozmasıdır. PKK kadrolarının şu anda nasıl bir his içinde olduğunu biliyoruz. Ateşkesin bozulması an meselesidir. O zaman kan dökülür. Bunun müsebbibi kim olur, artık o saatten sonra onun önemi olmaz..."
Kesin sonuçlar açıklanmadan önce halkın iradesinin nasıl bir tartışma içine sokulduğunu, milletin ağız tadının daha Meclis açılmadan nasıl bozulduğunu görüyorsunuz. Bunlar asla kendiliğinden değil.
Kürt meselesi, Türkiye'nin en önemli, en hayatî meselesi. Sadece içimizle ilgili değil, dışımızla, bölgemizle ilgili bir sorun bu. "Türk milliyetçiliği" damarı ile "Kürt milliyetçiliği" damarı, bu meselenin çözümünü çok zorlaştıracak. Fakat yılmamalıyız. Sağduyu galip gelmek zorunda. Bütün dalgalara, fırtınalara rağmen sivil anayasa yapma konusundaki kararlılığımızı devam ettirmeliyiz. Kamufle edilmiş bütün tuzakları geçmek zorundayız.
Dilerim, BDP'nin içinde şiddet dili yerine barış dilini tercih edenler öne çıkar. Dilerim, tuzakların büyüğünün kendileri için kurulduğunu anlarlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder