22 Haziran 2011 Çarşamba

Doğru bildiğini söylemek ve bedeli

Kim iktidar olursa olsun, iktidar olmanın imkânlarının sonuna kadar kullanılabildiği, karşı çıkan kim olursa olsun sonuna kadar yıldırılabildiği bir ülkede, iktidarlara direnmek ‘kolay’ demiyorum. Bu ülkede, iktidarlara direnenlerin başına nelerin geldiğini, gelebildiği, ne türden bedellerin ödendiğini biliyoruz.
Bu bedeller arasında geçmişte faili meçhullere kurban gitmek de, hapis, sürgün, işkence de vardı. Ama sadece o değil, nesiller boyunca insanlar, o veya bu iktidar kurgusuna ters düştükleri için gelecekleri karardı. İktidarlar, solcuların, Kürtlerin üzerinden silindir gibi geçti. Ama sadece onlar değil, inandıkları değerler adına eğilip bükülmeyi reddeden herkes, bu silindirlerden payını aldı. Binlerce insan, namaz kıldığı, eşi başörtülü olduğu için mesleklerinde ne kadar başarılı olursa olsun, düzenin dışına itildi. Binlerce genç kız, başörtüsünü çıkarmayı reddettiği için tahsillerine devam edemedi, dahası birçok hemcinsi tarafından yalnız bırakıldı, küçümsendi.

Tüm bunlara kıyasla bizim gibi, yazdıkları, söyledikleri dolayısı ile hiçbir zaman ‘makbul vatandaş’ sayılmayanların ödediği bedel çok küçük kalır. Ama bizler bulunduğumuz görece konforlu yerlerde, doğru bildiklerimizi söyleyip yazamazsak, haksızlığa uğrayan, büyük bedel ödeyenlerin sesi hiç duyulamaz olur. Ödedikleri bedeller ağırlaşır. O nedenle, bizlerin durumunda olanların, diğerlerinin ödediği bedeller yanında hafif, ama bize ağır gelebilecek bedeller karşısında yılgınlığa düşmemesi hayati bir önem taşıyor. Allah lafımızla utandırmasın.
Diğer taraftan, doğru, haklı, adaletli diye söylediklerimizin ardında durmak sadece sorumluluk değil, akıl ve vicdan sahibi birinin kendisine verebileceği en büyük ödül. İnsanın içine sinmeyen bir duruma, bir şeye, bir karara, bir gidişe ayak uydurması, akıl yatırması, o olmazsa geçiştirmesi, sessiz kalması, insanın kendine yapabileceği en büyük zulüm. Tabii bunu akıl ve vicdan sahipleri için, hırsları, kompleksleri akıllarının, vicdanlarının önüne geçmeyenler için söylüyorum. Diğerleri, zaten hırslarının, komplekslerinin ‘mahkûmu’ ve ‘mağduru’. Allah kurtarsın.
Bırakın aklı, vicdanı, iktidar ve onun imkânları derde deva olsaydı, muktedirler ve destekçileri bu denli huzursuz, bu denli öfkeli, bu denli kıyıcı olur muydu? Bu noktada, bir an için bırakalım, kimin ne kadar ‘haklı’, neyin ne kadar ‘doğru’ olduğunu. Zaten bu konuda nihai bir anlaşma olsa insanlar farklı şeylerin peşinden gitmez. Diyelim ki, her dönemin iktidarlarını savunanlar da, iktidar nimetleri için veya külfetten kaçmak için değil, kendi doğruları peşinde ısrarcı, kararlı oldukları için bir iktidarı bir düzeni savunuyor. Ama, halis niyetli bir insan gücü elinde bulunduranlar ile onun muhatabı olanlar arasında hiç fark yokmuş gibi davranabilir mi? Nasıl kandırır kendini? Eski maslahat bilgisi, yeni siyaset teorileri ile mi? İnanın, insanlık vicdanı ve onuru nezdinde, hiçbiri kalp para ile beş kuruş etmez!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder