22 Haziran 2011 Çarşamba

Hatip Dicle ve hukuk

HATİP Dicle’nin vekilliğinin YSK tarafından iptal edilmesi BDP’de sert tepkilere yol açtı. Bu tepkileri anlıyorum.
Anlamadığım ve sağduyu ile anlaşılması mümkün de olmayan iki husus var:
- Biri, başta Ahmet Türk olmak üzere BDP’lilerin şiddet ve tehdit dili kullanmalarıdır. Halbuki sorumlu politikacıların böyle durumlarda sağduyulu davranmaları ve tepkilerini belirtirken şiddetin değil hukukun dilini kullanmaları gerekir.
- Diğeri, çeşitli TV kanallarında konuşan bazı isimlerin YSK’yı “barış sürecini sabote etmek”le ya da “yasalara uygun olsa bile meşruiyetten yoksun karar vermek”le suçlamalarıdır. “Ben hukukçu değilim ama...” diyerek yapılan bu değerlendirmeleri dehşetle izlediğimi belirtmeliyim.
Tuhaftır, bu ikisi de, Dicle kararını “Ankara komplosu” gibi göstermekte birleşiyorlardı!

Hukuk ne diyor?

Meselenin siyasi yönü ayrı bir yazı konusu. Bugün, teknik ayrıntıya girmeden, sadece hukuki yönü üzerinde durmak istiyorum.
Anayasa’nın 76. maddesi ile Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 11. maddesine göre, “bir yıl ve daha fazla hapis cezasına hüküm giymiş olanlar” milletvekili seçilemezler!
Şimdi, hukuka saygısı olan biri çıksın, “Hatip Dicle için anayasanın bu maddesi yok sayılsın!” desin bakalım! Ahmet Türk desin, avukat Hasip Kaplan desin bakalım...
Bir kimse “hüküm giymiş” değil de bu tür suçlardan “sanık” ise elbette aday olabilir ve seçilebilir.
2007’de Sebahat Tuncel’in, bu seçimlerde KCK ve Ergenekon sanıklarının hukuki durumu budur: Sadece “sanık” durumunda oldukları için adaylıkları da seçilmeleri de hukuka uygundur.
Hatip Dicle de “sanık” konumundayken aday olmuş, adaylığı YSK tarafından da kanunlara uygun bulunmuştu.
Dicle’nin cezasının “mahsup” edilmiş olması, sırf ceza süresiyle ilgili bir olaydır; “sanık” veya “hüküm giymiş” olmakla ilgisi yoktur.

Neden iptal edildi?
Dicle hakkındaki 1 yıl 8 aylık mahkûmiyet cezasını Yargıtay 9. Dairesi 22 Mart’ta onayladı. Bu tarihten itibaren Dicle “sanık” değil, “hükümlü”dür.
Denilebilir ki, o zaman bu açıklansaydı Dicle yerine başka bir isim “bağımsız” aday gösterilebilirdi!
Evet ama YSK evrak kendisine gelmeden işlem yapamaz.
Yargıtay kararının yazılması, Diyarbakır Ağır Ceza’ya gönderilmesi, orada yazışma yapılıp Ankara Savcılığı’na gönderilmesi, Ankara Savcılığı’ndan da YSK’ya gönderilmesi lazım.
Bütün avukatlar bu prosedürü bilir.
Bu yolları dolaşarak Dicle’nin “hüküm giydiğini” gösteren dosya 8 Haziran’da YSK’ya ulaşıyor; artık seçim sürecine girilmiştir, listeler kesinleşmiştir, aday değiştirilemez.
Fakat Dicle’nin avukatları ve BDP’liler Yargıtay kararını 22 Mart’ta öğrendiklerine göre, YSK tarafından “geçici aday listeleri”nin açıklandığı 19 Nisan’a kadar geçen 28 gün içinde Dicle’nin yanında, ‘yedek’ durumunda başka bir “bağımsız”ı aday gösterebilirlerdi; bunu yapmamışlardır!
Niye yapmadıklarını kendileri açıklamalıdır.

Bu sonuç öngörülebilirdi
Peki, Yargıtay, Dicle hakkındaki mahkûmiyet kararını iki üç ay sonra verse olmaz mıydı? Ya da yazışmalar geciktirilip YSK iptal kararını daha sonra verseydi?
Sonuç değişmezdi...
Dicle’nin milletvekilliği daha sonra da iptal edilirdi! Çünkü “seçilmeye engel haller” ne zaman ortaya çıkarsa çıksın, yürürlüğe girer, seçilmişlik iptal edilir!
Örnek DYP’li Bahattin Şeker’in milletvekilliği, Meclis’e girdikten üç yıl sonra fark edilen “engel” sebebiyle 1998 yılında YSK tarafından iptal edilmişti.
Dicle olayında da cezası Yargıtay’da onaylandıktan sonra bunun mutlaka iptal sonucunu doğuracağını Dicle’nin avukatları öngörmeliydiler. BDP de yedek bir “bağımsız” aday koymalı idi... Kimse bir şey diyemezdi.
Geldiğimiz noktada, artık hukuka uymak, tehdit ve tahrikleri bırakarak yeni anayasanın yapımına katılmak lazım.
NOT: Sayın Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun gönderdiği açıklamayı yarın bu sütunda yayımlayacağımı okurlarıma duyururum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder