"Pişman değilim, şimdi olsa yine yaparım. Ülkenin şartları müdahale etmemizi gerektiriyordu...."
"Pişman değilim, şimdi olsa yine yaparım. Ülkenin şartları müdahale etmemizi gerektiriyordu. Biz de müdahale ettik. Müdahale öncesi hem dönemin cumhurbaşkanını hem de siyasileri uyardık. Kimse dinlemedi. Müdahale kararını tek başıma almadım. Komuta kademesiyle karar aldık. İç Hizmet Kanunu 35. maddedeki yetkimizi kullandık. Çünkü ülke elden gidiyordu."
Darbeci general kendini böyle savunmuş ifadesinde.
Bu paragrafta benim en hoşuma giden bölüm "ülke elden gidiyordu" cümlesi oldu.
Kimin elinden gidiyordu acaba?
Darbecilerin pek sevdikleri ve sık sık kullandıkları bu klişeyi her duyuşumda, farkında olmadan suçlarını itiraf ettiklerini düşünürüm: Eğer darbe yapmasaydık, ülkenin iktidarı elimizden gidiyordu...
Zira onlar için ülke ancak onların ellerinde olduğu zaman "ülke"dir. Ellerinden kayıp gittiğini fark ettiklerinde neler yaptıklarını -ve neler yapmayı planladıklarını- hem kendi hayatımızda gördük hem de Ergenekon iddianamelerinde okuduk.
x x x
Kimileri hâlâ 90 küsur yaşında bir adamla uğraşmamak gerektiğinden, bağışlamanın büyüklüğünden, erdeminden söz ediyor.
Bağışlamak için suçluda nedamet izleri görmeniz gerekir. Gördüğünüz gibi onda nedametin eseri yok. Büyük bir küstahlıkla "Bugün olsa yine yaparım" diyor.
Aslında şimdiye kadar olan şey, bağışlamak değil uzlaşmaktı... Onun suçuyla uzlaşmak. Darbeye karşı sözler dillerden düşmese de; içerilerde, ta derinlerde bir yerlerde ona hak vermek; onun vatansever olduğunu düşünmek. Yaptığını, Türkiye'ye özgü demokrasinin kabul edilebilir cilvelerinden biri gibi görmek...
Türkiye 30 yıl boyunca bunu yaptı.
Bugün gibi hatırlıyorum: Bir gün atv'de Ali Kırca'nın karşısında ve 70 milyonun önünde darbe yıllarında verdiği büyük katliam emrini açıklamıştı. Darbe liderlerinden birine karşı bir suikast yapılırsa, ellerindeki rehineler olarak gördükleri tutukluları topluca katlederek misilleme yapacaklarını; yani içlerinden birinin canı karşısında, hapisteki binlerce tutukluyu yok etmeye karar verdiklerini söylerken nasıl da büyük bir pervasızlık, korkusuzluk ve utanmazlık içindeydi.
Düşünün ki, Yunanistan'ın hapiste çürüyen darbeci generallerinden hiçbiri şimdiye kadar böyle korkunç bir ifşaatta bulunmamıştı. Latin Amerika'nın en gaddar darbecileri bile hatıralarını anlatırken böyle hukuk ve insanlık dışı bir intikam operasyonunu ağzından kaçırmamıştı.
Ama Evren buna cesaret etti. Çünkü bu toplumu enfekte etmiş olan darbecilik mikrobuna çok güveniyordu. Özellikle aydınlar arasında çok yaygın olan bu mikrop sayesinde, otuz yıl boyunca aramızda büyük bir saygı ve sempati halesi içinde yaşamaya devam etti, şirin bir dede edasıyla halkın arasına karıştı, -belki de imza dağıttı- resim yaptı, sergiler açtı, eski bir devlet adamı olarak saygı gördü, kendisinden neredeyse bütün politik konularda görüşler alındı. Ülkenin en kalburüstü simalarının katıldığı doğum günü partileri yapıldı. "İyi ki doğdun paşam" diye tempo tutuldu.
Ama bütün bunlar artık geride kaldı. Bu toplum darbeciyle maddi-manevi suç ortaklığı yapan; darbe sonrasında da onu bağrına basarak yataklık suçu işleyen bir toplum olmaktan çıktı. Bu halk yüksek ateşlerde yana yana yendi darbecilik mikrobunu. Her ateş nöbetinden bünyesini biraz daha güçlendirerek çıktı. Şimdi artık kimse darbecilere doğum günü tertiplemeye cesaret edemiyor. "Ülkenin şartları" diye söze başlayanların tefe konulmayı göze alması gerekiyor.
Ama darbeci, vasat zekâsıyla bütün bu değişimi anlayamadığı için, çoktan ölmüş bir maddeden, 35. maddeden medet umarak kendini savunabileceğini sanıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder