Hatip Dicle meselesini tutuklu milletvekillerinin tahliyesi konusundan ayırıp tartışmak gerekiyor.
Dicle konusunda karşı karşıya olduğumuz ve gayet komplike gözüken hukuk problemini uzmanlara bırakıp, meseleye biraz daha kökten bakmaya çalışalım.
Hatip Dicle ne demiş:
"Ordunun operasyonları durmadığı takdirde, onlar da meşru müdafaa haklarını kullanırlar."
Dicle bu sözü 2007'de söylemiş. Kim bilir 2007'den bu yana benzer cümleleri kaç bin kişi, kaç bin defa söyledi... Bizzat Hatip Dicle kim bilir kaç defa bu cümlelerden daha ağır cümleler sarf etti.
Ama bizim adalet sistemimiz piyango usulü çalıştığı için, bir seferinde piyango Hatip Dicle'ye çatmış.
Şimdi bu cümlesi yüzünden yasalarımız onun milletvekilliğinin düşmesi gerektiği kanaatinde. Yani böyle bir cümle söyleyen adam halkı temsil edemez demiş oluyor.
Oysa hepimiz biliyoruz ki, Hatip Dicle o 80 bin oyu tam da o sözleri ve onun benzerlerini söylediği için aldı. Seçmenin gafleti yüzünden; yani seçmen Dicle'nin bu tür fikirleri olduğunu bilmediği için değil... Etliye sütlüye karışmayan ya da ordunun operasyonlarıyla problemi olmayan biri olsaydı bırakın 80 bin oy almayı, 8 bin oy bile alamazdı.
Dolayısıyla ne olmuş oluyor: Yasalarımızın seçilmeme gerekçesi saydığı bir durum, seçmen açısından esas seçme nedeni olabiliyor. Başka türlü söylersek, yasaların "kişi bu durumda temsil yetkisini kaybeder" dediği durum, tam da o kişinin temsil kabiliyeti kazandığı durum oluyor.
Peki bu garip çelişkiyi nasıl çözeceğiz?
Elbette ki, öncelikle düşünceyi suç olmaktan çıkaracak yasal değişiklikler yapacağız.
Elbette ki, terörle mücadele yasası diye ayrı bir yasayla bazı suçları işleyenlere farklı muamele yapmanın yasalar önünde eşitlik ilkesini bozduğunu kabul edip bu rezalete bir son vereceğiz.
Elbette o yasanın 7. maddesini acilen kaldırıp Dicle olayını çözmek için pratik çözümler üretmeye çalışacağız.
Bunlar, demokratik kamuoyunun zaten yıllardır gündemde tuttuğu meseleler...
Ama bana kalırsa bir şey daha yapmamız gerekiyor: Milletvekili adaylarının, halkın önüne çıkıp oy istemeden önce, bir başka merci tarafından ön elemeden geçirilmesi gerekli mi, değil mi diye düşünmemiz...
YSK'nın sebep olduğu bir önceki krizde de yazmıştım.
Milletvekilleri devlet memuru değildir. Devlet kendine memur seçerken, belli kriterler koyabilir. Örneğin, "devlet sırlarını açık etmemiş olmak" ya da "devletin manevi şahsiyetini rencide etmemiş olmak" gibi şartlar ileri sürebilir.
Ama bıraksın da, millet kendi vekillerini seçerken kendi kıstaslarını kendi belirlesin.
Aday adli geçmişi dahil, bütün geçmişiyle halkın karşısına çıksın. Ve seçmen, her adayın geçmişini somut olarak değerlendirip, geçmişte yapıp ettiklerinin milletvekilliğine engel olup olmadığına kendi karar versin. Yasaların "yüz kızartıcı" olarak nitelediği bir suçun yüz kızartıcı olmadığını kendi tartsın. "İdeolojik amaçlı" denen bir suçu işlemiş bir adayın suçlu değil, öncü bir mücadeleci olduğuna hükmederse oyunu ona versin. Devlet sırrını ifşa eden bir adayın yaptığının çok hayırlı bir iş olduğunu, onun sayesinde derin devletin deşifre olduğuna inanıyorsa seçsin. Ama bazen de, sıralanan yasa maddeleri içinde yer almasa da adayın işlediği bazı suçları milletvekili için engel olarak görüyorsa oyunu sakınsın.
Yeter ki birileri araya girip de "hakimiyetin kayıtsız şartsız" sahiplerinin iradesine ipotek koymasın.
Onlar adına ön elemeler yaparak seçme haklarını ellerinden almasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder