Son zamanlarda dinimizle Kemalizmi karşılaştıran daha doğrusu dövüştüren köşe yazıları okuyorum ancak bu şekildeki çıkışları tehlikeli ve gereksiz buluyorum.
Dinimizin dünyada henüz hiçbir ülkede en doğru, en iyi anlaşılmış haliyle uygulandığını göremiyorum. Zaten akılları karıştıran, Müslümanlığa ayırıcı, fakirleştirici, medeniyetten uzak gibi tanımlamalar yükleyen durum da bu yanlış ve çirkin uygulamalar... Meydanlarda kırbaçlanan, asılan, kafalarına kadar kuma gömülüp taşa tutulan insanlar, kıyafetlerinden sosyal haklarına türlü baskılarla yaşatılan kadınlar, eğitim hakları ellerinden alınmış kızlar, halka döndürüleceğine Batı kasalarına yığılan paralar, terör tuzakları, kanlı eylemler, ilim, bilim, sanat karşıtı duruş... maalesef İslam’ın gösterilmeye çalışılan yüzü.
İnançlı tüm bireylere, dinimizin esaslarını anlatmaya çalışmak tabii ki bir yükümlülük... Ancak bunu yaparken halkımızın değerlerine saygı göstermek lazım. İnsanları dövercesine yaptığınız konuşmalar, sert üsluplarda yazdığınız yazılar, zaten var olan korkuyu pekiştireceği gibi söylemlerinizin içinde ola ki yanlışlar, eksikler varsa kendi inancınıza da ters düşersiniz. İbadetinizin şeklini zorla kabul ettirmeye çalışıyorsanız, başka dinlere mensup insanları aşağılıyor, hor görüyor, ‘bizim sizinle işimiz olmaz’ diyorsanız din adına zulmedenlerden olmaz mısınız?.. Hele Atatürk gibi dünyanın sevip saydığı bir önderin izlerini yok etmeye çalışırsanız büyük tepkiler alır, ülkeyi boş yere kaosa sürükler, kaş yapayım derken göz çıkarırsınız.
“Her kardeşimiz nasıl bir Müslüman olduğunu, hangi mezhebe ait olduğunu, kimin izinde olduğunu açıkça beyan etmelidir” gibi ifadeler beni şaşırtıyor. Bir insanı ibadetinin detaylarına göre mi seveceğiz? Birisiyle tanışır tanışmaz inancını mı soracağız? Bizimkine uymuyorsa arkamızı dönüp gidecek miyiz? Başını örten kadınlarımızın ellerinden alınan haklarına isyan ederken, aynı saygısızlığı farklı inançlardaki insanlara biz mi yapacağız?... Diyanet’in sünnilerin yönetiminde olması gerektiği nasıl bir düşüncedir mesela?… Halkın korkusu böyle düşünenlerce yönetilmek… Benim korkumsa dinin şahısların tekeline alınması, yalan yanlış hadisler ve uydurmacı hocalar yüzünden insanların dinden soğuması… Diyanet mezhepler üstü olmazsa kimin Diyanet’i olacak, nasıl kucaklayacak her mezhebi, farklı inançlardaki her vatandaşı?..
Yüreğinizdeki sevgi en az inanç kadar büyük olmalı, küskünlük, dargınlık, hırs, kıskançlık, öfke, kötü söz kalbinize ancak teğet geçmeli, sizi şekillendiren sabrınız, şükrünüz, vicdanınız, kitabınız olmalı, fiziksel de sözlü de şiddet, hakaret, ötekileştirme, nefret size uzak olmalı. Küçücük bir karınca size koskoca dünyayı, yer çekimindeki mucizeyi, bedenin akıl almaz tasarımını düşündürmeli… Bu manevi dünya o kadar derin ki ne anlatmaya diller, ne yazmaya mürekkepler yetmezken aynı topraklarda yaşadığımız kardeşlerimizi neden itip duralım ki? Bu itişmeler değil mi dünyayı kana bulayan?..
Kemalizm artık birçok yönüyle tartışılan bir konu. Yüzyıllık bir süreçte yaşanan olaylar, gelişmeler, yeni nesillerin seçimleri tabii ki birçok olguyu tekrar ele aldıracak önümüzdeki süreçlerde… ancak birkaç neslin izinde giderek büyüdüğü büyük bir liderin fikirlerini dinimizle karşılaştırırken kışkırtıcı söylemlere yönelmek, nefret suçlarıyla uğraşan, birlik, beraberlik yolları arayan ülkemize fayda getirir mi? Halkımız zaten gerilmiş, dinden korkar bir hale gelmiş, bir de üstüne dini dayatmalar mı ekleyelim şimdi? Bir kesimin bağrış çağrış sokaklara dökülmesi nasıl bir manzara olur dersiniz ve kimin işine yarar acaba?...
Nerede dinimizin emrettiği tevazu, güzel sözler, barışa, birliğe, huzura çağrı, affetme, hoşgörü?... Nerede nefsimizle imtihanımız?.. İnsanlık tarihi ne büyük acılar gördü ve hala görüyor... Dünya savaşları, atom bombaları, dikta rejimleri, materyalist ideolojiler, güçlü güçsüzü ezer diyen Darwinist zihniyetler ve tabii inkar edilemeyecek şekilde, çarpıtılmış dini uygulamalar, kanlı sözde cihatlar...
Bir kapanmadır gidiyor son yıllarda... Dönüp dolaşıp kadının saçının kaç telinin örtülü olduğu, elinin ayağının ne kadarını kimin görüp kimin göremeyeceği, içki günah mı değil mi, Malezya mı oluruz, İran mı, sadece bu konular geliyor gündeme... getiriliyor. Bilim dünyası Cern’de ‘Allah parçacığı’nı arıyor. Çarpıştırıyorlar çarpıştırıyorlar olmuyor. Big Bang kanıtlanıyor da açıklanamıyor. Madde bilimsel olarak var olamıyorken, evrende elektrik akımından başka birşey yokken, göz nasıl oluyor da bir cisim, bir renk görüyor, gören, seven, hisseden ne, gelin bunları konuşalım...
Dünya bir damla Allah korkusu olmayan katiller, caniler, gözünü hırs ve para bürümüş insan dışı varlıklarla doluyken, halklar doğdukları topraklarda, başka milletlerin egemenliği altında zulüm görüyorken, kardeşlik, barış, birlik, beraberlik, sevgi, saygı en ihtiyaç duyduğumuz şeylerken, parayı ve silahı elinde tutan vicdana gelmeden dünya huzur bulmayacakken, her gün yüzlerce çocuğun açlıktan ya da kurşundan öldüğü haberi ile uyanırken şimdi birleşmek mi, ayrılmak zamanı mı?
Saygının yolu sevgiden geçer... Barış da birlik ve beraberlikten. Kim kiminle helalleşir bilemiyorum ama şimdi gönül gözlerini açma zamanı.
İnançlı tüm bireylere, dinimizin esaslarını anlatmaya çalışmak tabii ki bir yükümlülük... Ancak bunu yaparken halkımızın değerlerine saygı göstermek lazım. İnsanları dövercesine yaptığınız konuşmalar, sert üsluplarda yazdığınız yazılar, zaten var olan korkuyu pekiştireceği gibi söylemlerinizin içinde ola ki yanlışlar, eksikler varsa kendi inancınıza da ters düşersiniz. İbadetinizin şeklini zorla kabul ettirmeye çalışıyorsanız, başka dinlere mensup insanları aşağılıyor, hor görüyor, ‘bizim sizinle işimiz olmaz’ diyorsanız din adına zulmedenlerden olmaz mısınız?.. Hele Atatürk gibi dünyanın sevip saydığı bir önderin izlerini yok etmeye çalışırsanız büyük tepkiler alır, ülkeyi boş yere kaosa sürükler, kaş yapayım derken göz çıkarırsınız.
“Her kardeşimiz nasıl bir Müslüman olduğunu, hangi mezhebe ait olduğunu, kimin izinde olduğunu açıkça beyan etmelidir” gibi ifadeler beni şaşırtıyor. Bir insanı ibadetinin detaylarına göre mi seveceğiz? Birisiyle tanışır tanışmaz inancını mı soracağız? Bizimkine uymuyorsa arkamızı dönüp gidecek miyiz? Başını örten kadınlarımızın ellerinden alınan haklarına isyan ederken, aynı saygısızlığı farklı inançlardaki insanlara biz mi yapacağız?... Diyanet’in sünnilerin yönetiminde olması gerektiği nasıl bir düşüncedir mesela?… Halkın korkusu böyle düşünenlerce yönetilmek… Benim korkumsa dinin şahısların tekeline alınması, yalan yanlış hadisler ve uydurmacı hocalar yüzünden insanların dinden soğuması… Diyanet mezhepler üstü olmazsa kimin Diyanet’i olacak, nasıl kucaklayacak her mezhebi, farklı inançlardaki her vatandaşı?..
Yüreğinizdeki sevgi en az inanç kadar büyük olmalı, küskünlük, dargınlık, hırs, kıskançlık, öfke, kötü söz kalbinize ancak teğet geçmeli, sizi şekillendiren sabrınız, şükrünüz, vicdanınız, kitabınız olmalı, fiziksel de sözlü de şiddet, hakaret, ötekileştirme, nefret size uzak olmalı. Küçücük bir karınca size koskoca dünyayı, yer çekimindeki mucizeyi, bedenin akıl almaz tasarımını düşündürmeli… Bu manevi dünya o kadar derin ki ne anlatmaya diller, ne yazmaya mürekkepler yetmezken aynı topraklarda yaşadığımız kardeşlerimizi neden itip duralım ki? Bu itişmeler değil mi dünyayı kana bulayan?..
Kemalizm artık birçok yönüyle tartışılan bir konu. Yüzyıllık bir süreçte yaşanan olaylar, gelişmeler, yeni nesillerin seçimleri tabii ki birçok olguyu tekrar ele aldıracak önümüzdeki süreçlerde… ancak birkaç neslin izinde giderek büyüdüğü büyük bir liderin fikirlerini dinimizle karşılaştırırken kışkırtıcı söylemlere yönelmek, nefret suçlarıyla uğraşan, birlik, beraberlik yolları arayan ülkemize fayda getirir mi? Halkımız zaten gerilmiş, dinden korkar bir hale gelmiş, bir de üstüne dini dayatmalar mı ekleyelim şimdi? Bir kesimin bağrış çağrış sokaklara dökülmesi nasıl bir manzara olur dersiniz ve kimin işine yarar acaba?...
Nerede dinimizin emrettiği tevazu, güzel sözler, barışa, birliğe, huzura çağrı, affetme, hoşgörü?... Nerede nefsimizle imtihanımız?.. İnsanlık tarihi ne büyük acılar gördü ve hala görüyor... Dünya savaşları, atom bombaları, dikta rejimleri, materyalist ideolojiler, güçlü güçsüzü ezer diyen Darwinist zihniyetler ve tabii inkar edilemeyecek şekilde, çarpıtılmış dini uygulamalar, kanlı sözde cihatlar...
Bir kapanmadır gidiyor son yıllarda... Dönüp dolaşıp kadının saçının kaç telinin örtülü olduğu, elinin ayağının ne kadarını kimin görüp kimin göremeyeceği, içki günah mı değil mi, Malezya mı oluruz, İran mı, sadece bu konular geliyor gündeme... getiriliyor. Bilim dünyası Cern’de ‘Allah parçacığı’nı arıyor. Çarpıştırıyorlar çarpıştırıyorlar olmuyor. Big Bang kanıtlanıyor da açıklanamıyor. Madde bilimsel olarak var olamıyorken, evrende elektrik akımından başka birşey yokken, göz nasıl oluyor da bir cisim, bir renk görüyor, gören, seven, hisseden ne, gelin bunları konuşalım...
Dünya bir damla Allah korkusu olmayan katiller, caniler, gözünü hırs ve para bürümüş insan dışı varlıklarla doluyken, halklar doğdukları topraklarda, başka milletlerin egemenliği altında zulüm görüyorken, kardeşlik, barış, birlik, beraberlik, sevgi, saygı en ihtiyaç duyduğumuz şeylerken, parayı ve silahı elinde tutan vicdana gelmeden dünya huzur bulmayacakken, her gün yüzlerce çocuğun açlıktan ya da kurşundan öldüğü haberi ile uyanırken şimdi birleşmek mi, ayrılmak zamanı mı?
Saygının yolu sevgiden geçer... Barış da birlik ve beraberlikten. Kim kiminle helalleşir bilemiyorum ama şimdi gönül gözlerini açma zamanı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder