Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ın serbest bırakılmaması korkunç ve beklenmeyen bir gelişme. Bunu duyar duymaz üzüntüyle, aşağıda okuyacağınız yazıyı yazdım. Korkularımı belirttim. Sonra Türkiye’nin böyle bir kaosa sürüklenmemesi için gerekli adımların atılacağı umuduna kapıldım. Yangın ne kadar büyük olursa, söndürme gayreti de o kadar güçlü olur. Bütün canlılarda bulunan bir refleks bu.
“Türkiye de kendini ateşe atmaz!“ diye düşündüm.
Dileğim, temennim ve beklentim şudur:
Üst mahkemede itirazın kabul edilmesi ve Mustafa Balbay ile Mehmet Haberal’ın, Engin Alan ve KCK davasında yargılanan milletvekillerinin de serbest kalmaları ve böylece krizin çözülmesi.
“Peki bunları yapacaklarsa yayı niye bu kadar gerdiler?” diyebilirsiniz.
Haklısınız ama belki de Hatip Dicle gerginliğini yatıştırmak için böyle bir yöntem benimsenmiştir. Daha büyük bir yangın çıkarıp, sonra söndürürseniz, ilk yangını unutturmuş olursunuz.
Bütün kalbimle bunun olmasını dilerken, olayın ilk sıcaklığı üzerine yazdığım yazıyı sizlerle paylaşıyorum:
“MİLLİ İRADE” PARMAKLIKLAR ARKASINDA
Her seçim, birikmiş sorunları çözmek için yeni bir adım atmak anlamına gelir. Her yeni parlamento umutla başlar.
Bizimki ne yazık ki umutla başlayamıyor, hatta başlayamıyor bile. Çünkü “millet iradesi“ denilen kavramın üstüne çıkan kurumlar, bu karmaşayı daha da içinden çıkılmaz hale getiriyorlar.
Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ın seçildikleri halde tahliye edilmemeleri, Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi, TBMM’yi baştan yaralı bir duruma soktu.
Bu haberleri basın “Balbay ve Haberal’a şok“ başlıklarıyla duyuruyor.
Evet ortada bir şok var ama bu, milletvekillerinden daha ağır bir biçimde “Türkiye’ye şok.”
Eğer Engin Alan ve KCK davasında tutuklu olan milletvekilleri de serbest bırakılmazsa olacakları aklıma bile getirmek istemiyorum.
Çünkü bu durumda CHP, MHP ve BDP; yani muhalefet partilerinin tamamı, daha başlangıçta çelmeleniyor ve milletvekillerini Meclis’e sokamıyor demektir. Büyük bir rejim krizine doğru sürüklenmekte olduğumuz muhakkak.
***
Bakın yeni CHP milletvekili, eski AİHM yargıcı Rıza Türmen dostumuz ne diyor: “YSK’nın milletvekilliği düşürme yetkisi yoktur. Bu yetki TBMM’ye aittir.“
Mesele bu kadar basit ve net aslında. YSK, seçilmeye bir engel olup olmadığını araştırır ve eğer bir kişinin seçime girmesi yönünde karar verirse, seçimden sonra bu kararı iptal edemez.
Eğer milletvekilinin yasalarla çelişen bir özelliği varsa, durumu TBMM’ye bir tezkereyle bildirir. Bir üyesi hakkında yasaların uygulanmasını, karar verilmesini Meclis’e bırakır.
***
Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ın tahliye edilmemesi ise hem vicdanları kanatıyor hem de hukuka gölge düşürüyor.
“Aksi ispat edilene kadar herkes suçsuzdur!“ evrensel ilkesi ihlal ediliyor.
Bu karar, mahkemelerin onları şimdiden mahkûm ettiği anlamına geliyor.
Bu insanlar tutuklu bile olsalar “zanlı“ durumunda.
Zanlıya mahkûm muamelesi yapmak, yargılanma sürecinde hükmü kesinleştirmek ne anlama gelir bilmiyorum ama bu durumun toplumsal barışa darbe vuracağı kesin.
Hani çocukluğumuzdan beri duyduğumuz bir klişe vardır: “Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde“ diye başlar.
Bu sözü “Toplumsal barışa en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönem“ olarak tekrarlayabiliriz.
Gerçekten de Türkiye’nin en acil sorunu “toplumsal barış.”
Çünkü Türkiye’deki kutuplaşma “ötekiden nefret“ aşamasına geçmiş durumda. Bu da yere benzin dökülmesi anlamına geliyor. Bu durumda bir çakmak çakan mutlaka bulunur.
Korkutucu!
Hatip Dicle kararı ve KCK davasındaki milletvekilleriyle ilgili ihtimal de korkutucu!
Suriye sınırımızda bayrakların indirildiği, Güneydoğu’daki huzursuzluğun son aşamaya geldiği bir dönemde 35 milletvekilinin Meclis’e girmemesinin sonuçlarını kimse taşıyamaz.
Haberal ve Balbay’ın hapisten kurtulması kadar, Türkiye’nin bu kaostan nasıl kurtulacağını da önemli. Çünkü işler böyle giderse, başta ekonomi olmak üzere bütün yapının birbiri ardına yıkılması tehlikesi var.
***
Anladığım kadarıyla Devlet Bahçeli hâlâ durumun farkında değil.
Seçilmiş milletvekillerinin TBMM’ye girememesi gibi korkunç bir duruma değil, buna gösterilen tepkilere karşı çıkıyor.
Yarın kendi milletvekili Engin Alan da serbest bırakılmazsa tepki göstermeyecek mi? “Bırakın hapiste kalsın, iyi yaptınız!“ mı diyecek.
Bence milletvekilleri engellenen bütün partiler, (CHP, BDP belki de MHP) bir araya gelmeli ve alınacak önlemleri görüşmeli.
NOT: Yazı böyle ama ben umudumu yitirmeden, üst mahkemenim itirazları karara bağlamasını ve milletvekillerinin tahliye edildiği müjdesini almayı bekliyorum.
“Türkiye de kendini ateşe atmaz!“ diye düşündüm.
Dileğim, temennim ve beklentim şudur:
Üst mahkemede itirazın kabul edilmesi ve Mustafa Balbay ile Mehmet Haberal’ın, Engin Alan ve KCK davasında yargılanan milletvekillerinin de serbest kalmaları ve böylece krizin çözülmesi.
“Peki bunları yapacaklarsa yayı niye bu kadar gerdiler?” diyebilirsiniz.
Haklısınız ama belki de Hatip Dicle gerginliğini yatıştırmak için böyle bir yöntem benimsenmiştir. Daha büyük bir yangın çıkarıp, sonra söndürürseniz, ilk yangını unutturmuş olursunuz.
Bütün kalbimle bunun olmasını dilerken, olayın ilk sıcaklığı üzerine yazdığım yazıyı sizlerle paylaşıyorum:
“MİLLİ İRADE” PARMAKLIKLAR ARKASINDA
Her seçim, birikmiş sorunları çözmek için yeni bir adım atmak anlamına gelir. Her yeni parlamento umutla başlar.
Bizimki ne yazık ki umutla başlayamıyor, hatta başlayamıyor bile. Çünkü “millet iradesi“ denilen kavramın üstüne çıkan kurumlar, bu karmaşayı daha da içinden çıkılmaz hale getiriyorlar.
Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ın seçildikleri halde tahliye edilmemeleri, Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi, TBMM’yi baştan yaralı bir duruma soktu.
Bu haberleri basın “Balbay ve Haberal’a şok“ başlıklarıyla duyuruyor.
Evet ortada bir şok var ama bu, milletvekillerinden daha ağır bir biçimde “Türkiye’ye şok.”
Eğer Engin Alan ve KCK davasında tutuklu olan milletvekilleri de serbest bırakılmazsa olacakları aklıma bile getirmek istemiyorum.
Çünkü bu durumda CHP, MHP ve BDP; yani muhalefet partilerinin tamamı, daha başlangıçta çelmeleniyor ve milletvekillerini Meclis’e sokamıyor demektir. Büyük bir rejim krizine doğru sürüklenmekte olduğumuz muhakkak.
Bakın yeni CHP milletvekili, eski AİHM yargıcı Rıza Türmen dostumuz ne diyor: “YSK’nın milletvekilliği düşürme yetkisi yoktur. Bu yetki TBMM’ye aittir.“
Mesele bu kadar basit ve net aslında. YSK, seçilmeye bir engel olup olmadığını araştırır ve eğer bir kişinin seçime girmesi yönünde karar verirse, seçimden sonra bu kararı iptal edemez.
Eğer milletvekilinin yasalarla çelişen bir özelliği varsa, durumu TBMM’ye bir tezkereyle bildirir. Bir üyesi hakkında yasaların uygulanmasını, karar verilmesini Meclis’e bırakır.
Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ın tahliye edilmemesi ise hem vicdanları kanatıyor hem de hukuka gölge düşürüyor.
“Aksi ispat edilene kadar herkes suçsuzdur!“ evrensel ilkesi ihlal ediliyor.
Bu karar, mahkemelerin onları şimdiden mahkûm ettiği anlamına geliyor.
Bu insanlar tutuklu bile olsalar “zanlı“ durumunda.
Zanlıya mahkûm muamelesi yapmak, yargılanma sürecinde hükmü kesinleştirmek ne anlama gelir bilmiyorum ama bu durumun toplumsal barışa darbe vuracağı kesin.
Hani çocukluğumuzdan beri duyduğumuz bir klişe vardır: “Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde“ diye başlar.
Bu sözü “Toplumsal barışa en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönem“ olarak tekrarlayabiliriz.
Gerçekten de Türkiye’nin en acil sorunu “toplumsal barış.”
Çünkü Türkiye’deki kutuplaşma “ötekiden nefret“ aşamasına geçmiş durumda. Bu da yere benzin dökülmesi anlamına geliyor. Bu durumda bir çakmak çakan mutlaka bulunur.
Korkutucu!
Hatip Dicle kararı ve KCK davasındaki milletvekilleriyle ilgili ihtimal de korkutucu!
Suriye sınırımızda bayrakların indirildiği, Güneydoğu’daki huzursuzluğun son aşamaya geldiği bir dönemde 35 milletvekilinin Meclis’e girmemesinin sonuçlarını kimse taşıyamaz.
Haberal ve Balbay’ın hapisten kurtulması kadar, Türkiye’nin bu kaostan nasıl kurtulacağını da önemli. Çünkü işler böyle giderse, başta ekonomi olmak üzere bütün yapının birbiri ardına yıkılması tehlikesi var.
Anladığım kadarıyla Devlet Bahçeli hâlâ durumun farkında değil.
Seçilmiş milletvekillerinin TBMM’ye girememesi gibi korkunç bir duruma değil, buna gösterilen tepkilere karşı çıkıyor.
Yarın kendi milletvekili Engin Alan da serbest bırakılmazsa tepki göstermeyecek mi? “Bırakın hapiste kalsın, iyi yaptınız!“ mı diyecek.
Bence milletvekilleri engellenen bütün partiler, (CHP, BDP belki de MHP) bir araya gelmeli ve alınacak önlemleri görüşmeli.
NOT: Yazı böyle ama ben umudumu yitirmeden, üst mahkemenim itirazları karara bağlamasını ve milletvekillerinin tahliye edildiği müjdesini almayı bekliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder