Necmettin Erbakan 1990’ların ortasında “Yoldan iki kişiyi çevirin; biri Milli Görüşçüdür, diğeri de olmayı bekliyordur” dediğinde ülkenin çoğu gülüp geçiyordu. Yaklaşık 15 yıl sonra onun bir “rüya”, hatta “ütopya” olarak görülen bu sözleri, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki talebeleri tarafından hayata geçirildi. Tabii burada Erdoğan’ın “Milli Görüş gömleğini çıkardık” sözlerini unutmamak lazım. Ama unutmamamız gereken bir başka husus da Milli Görüş’ten doğan diğer iki partinin toplam oylarının ancak yüzde 2’yi bulması, yani gönülleri Milli Görüş’te olan seçmenin ezici bir çoğunluğunun bu gömlek çıkartmayı çok da fazla önemsemeyip AKP’ye yönelmiş olmasıdır.
AKP’nin bu muazzam başarısının birçok nedeni var. AKP’nin 2007’deki yüzde 46.6 oyunun ana gerekçesi olarak 27 Nisan e-muhtırasının yol açtığı mağduriyet gösterilmişti ki hiç de yanlış bir tespit değildi. Fakat 4 yıl sonra, ortada herhangi bir mağduriyet yokken, hatta “mağdurlar mağrur oldu” iddiaları öne çıkarken yaşanan bu oy patlaması öncelikle her iki seçmenden birinin AKP iktidarından memnun olduğunu gösteriyor. İktidar partisinin Karadeniz ve İç Anadolu’daki hakimiyetini iyice pekiştirmesi ve buralarda MHP’yi marjinalize etmesi çok önemlidir. Yine AKP’nin sahil şeridinde, 12 Eylül referandumunda yaşamış olduğu hayal kırıklığından belli ölçülerde sıyrılmış olması, örneğin İzmir’de oylarını bariz bir şekilde artırması çok dikkat çekicidir. Sonuç olarak AKP’nin süregiden başarısını izah etmek için üretilen, “göbeğini kaşıyan adam”, “makarna, altın dağıtarak alınan oylar” gibi hiçbir inandırıcılığı olmayan iddialar artık mutlak bir şekilde tarihin çöplüğüne atılmıştır.
AKP’nin başarısının nedenlerini ilerleyen günlerde daha detaylı bir şekilde tartışırız ama bugünlük son olarak Erdoğan faktörünün altını çizmekle yetinelim. AKP’nin yüzde 50’yi yakalamasında birinci derecede belirleyici faktörün Erdoğan olduğuna inanıyorum. Bu sonuç onun “halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı” olma arzusunu (ki ben böyle düşünüyorum) iyice kamçılamış olmalı.
İkinci galip
Bu seçimin AKP’den sonraki en büyük galibi BDP’dir. En iyimser yorumlarda bile 30 milletvekilliğini zorlaması beklenen bağımsızların 35 ya da 36 milletvekili çıkartmış olmasını olabildiğince sağlıklı bir şekilde değerlendirmek gerekir. İlginç olan BDP’nin 2007’ye göre, hemen hemen MHP’nin kaybettiği sayıda milletvekili kazanmış olmasıdır. Yani Türk miliyetçiliğinin ana odağında net bir gerileme yaşanırken Kürt siyasi hareketi öngörülenin çok üzerinde bir başarı elde etti. Eğer AKP bu olağanüstü çarpıcı yeni durumu iyi yönetebilirse Kürt sorununun çözümü noktasında son derece ileri ve yapıcı adımlar atılabilir. Yanlış yapması durumundaysa çok kritik yeni eşiklerle karşılaşabiliriz.
Bu noktada AKP kadar, hatta yer yer ondan daha fazla BDP’ye rol düşüyor. Daha önce de yazdığımız gibi BDP Meclis’te “çok iddialı ve güçlü” bir grup kuracak. Bu grup normal şartlarda çözümü kolaylaştırır fakat Başbakan Erdoğan kampanya dönemindeki dilini kullanmayı sürdürürse aynı grup işleri çok daha zorlaştırabilir.
CHP’nin karışık durumu
Tam da bu noktada CHP kilit parti olarak sivriliyor. Eğer CHP, Kürt açılımı dönemindeki gibi safını MHP’nin yanında tutar ve çözümün değil de sorunun parçası olmayı tercih ederse, diğer bir deyişle iktidar partisini BDP ile başbaşa bırakırsa işler daha da karışacaktır. Bunun tersine, Kılıçdaroğlu kampanyada vaat ettiği gibi çözüm için bedel ödemeye bile razı bir pozisyon alırsa MHP iyice yalnızlaşır ve işler kolaylaşır. Fakat Kılıçdaroğlu’nun elinin çok da kuvvetli olmayacağı açık. Her ne kadar oylarını 2007’ye kıyasla 5 puan artırmış olsa da AKP’nin yüzde 50 oyu karşısında bu ilerleme hiç de tatminkâr değil. 13 Haziran sabahından itibaren CHP içinde başlayacak olan yeni iktidar savaşlarının ana temalarından birinin de Kılıçdaroğlu’nun başlatmış olduğu açılımlar, örneğin Kürt sorunu konusundaki pozisyon değişikliği olacağı kesindir.
MHP’nin belirsiz geleceği
Aslına bakılacak olursa bu seçimden her partinin bir şekilde “başarılı” çıktığı söylenebilir. AKP ve BDP’nin başarıları çok bariz, CHP de oylarını 5 puan artırmış olmakla teselli bulabilir, MHP’ye gelince yüzde 10 barajını aşmış olması bile tek başına başarı olarak algılanabilir; hele bu konunun seçim döneminin en önde gelen tartışma konularından biri olduğu düşünülürse.
Fakat MHP’nin oyunun azalmış, milletvekili sayısının net bir şekilde düşmüş olması, zaten kaset skandallarıyla sarsılmış olan Devlet Bahçeli’yi iyice sarsacaktır. Kampanya boyunca MHP Lideri’nin partisindeki gerilemeyi durdurabilecek politika ve stratejiler geliştiremediğini görmüştük. Hatta bu partiyi baraj altına çekmek için tezgahlanmış olduğu açık olan kaset komplolarının bu parti için bir tür doping etkisi yaratmış olduğunu bile ileri sürebiliriz. Sonuç olarak 12 Haziran’ın MHP’ye hiç ama hiç yaramadığını, bu partinin kendisini toparlamasının hayli güç olacağını söyleyebiliriz.
Toparlarsak ana gündem maddesinin Kürt sorunu olduğu yeni bir döneme giriyoruz. Bu dönem çok çetin geçecek. 12 Haziran seçimleri, Kürt sorununun çözümü için sayısız fırsatlar sunuyor, ama eski ve yeni riskleri de yabana atmamalı.
Bu anlamda Başbakan Erdoğan bu seferki “balkon konuşması”nda da umut verdi. Temennimiz onun yeni bir anayasa için uzlaşmayı sonuna kadar zorlama sözünü, muhtemel her türlü engelleme ve zorluğa rağmen yerine getirmesidir.
AKP’nin bu muazzam başarısının birçok nedeni var. AKP’nin 2007’deki yüzde 46.6 oyunun ana gerekçesi olarak 27 Nisan e-muhtırasının yol açtığı mağduriyet gösterilmişti ki hiç de yanlış bir tespit değildi. Fakat 4 yıl sonra, ortada herhangi bir mağduriyet yokken, hatta “mağdurlar mağrur oldu” iddiaları öne çıkarken yaşanan bu oy patlaması öncelikle her iki seçmenden birinin AKP iktidarından memnun olduğunu gösteriyor. İktidar partisinin Karadeniz ve İç Anadolu’daki hakimiyetini iyice pekiştirmesi ve buralarda MHP’yi marjinalize etmesi çok önemlidir. Yine AKP’nin sahil şeridinde, 12 Eylül referandumunda yaşamış olduğu hayal kırıklığından belli ölçülerde sıyrılmış olması, örneğin İzmir’de oylarını bariz bir şekilde artırması çok dikkat çekicidir. Sonuç olarak AKP’nin süregiden başarısını izah etmek için üretilen, “göbeğini kaşıyan adam”, “makarna, altın dağıtarak alınan oylar” gibi hiçbir inandırıcılığı olmayan iddialar artık mutlak bir şekilde tarihin çöplüğüne atılmıştır.
AKP’nin başarısının nedenlerini ilerleyen günlerde daha detaylı bir şekilde tartışırız ama bugünlük son olarak Erdoğan faktörünün altını çizmekle yetinelim. AKP’nin yüzde 50’yi yakalamasında birinci derecede belirleyici faktörün Erdoğan olduğuna inanıyorum. Bu sonuç onun “halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı” olma arzusunu (ki ben böyle düşünüyorum) iyice kamçılamış olmalı.
İkinci galip
Bu seçimin AKP’den sonraki en büyük galibi BDP’dir. En iyimser yorumlarda bile 30 milletvekilliğini zorlaması beklenen bağımsızların 35 ya da 36 milletvekili çıkartmış olmasını olabildiğince sağlıklı bir şekilde değerlendirmek gerekir. İlginç olan BDP’nin 2007’ye göre, hemen hemen MHP’nin kaybettiği sayıda milletvekili kazanmış olmasıdır. Yani Türk miliyetçiliğinin ana odağında net bir gerileme yaşanırken Kürt siyasi hareketi öngörülenin çok üzerinde bir başarı elde etti. Eğer AKP bu olağanüstü çarpıcı yeni durumu iyi yönetebilirse Kürt sorununun çözümü noktasında son derece ileri ve yapıcı adımlar atılabilir. Yanlış yapması durumundaysa çok kritik yeni eşiklerle karşılaşabiliriz.
Bu noktada AKP kadar, hatta yer yer ondan daha fazla BDP’ye rol düşüyor. Daha önce de yazdığımız gibi BDP Meclis’te “çok iddialı ve güçlü” bir grup kuracak. Bu grup normal şartlarda çözümü kolaylaştırır fakat Başbakan Erdoğan kampanya dönemindeki dilini kullanmayı sürdürürse aynı grup işleri çok daha zorlaştırabilir.
CHP’nin karışık durumu
Tam da bu noktada CHP kilit parti olarak sivriliyor. Eğer CHP, Kürt açılımı dönemindeki gibi safını MHP’nin yanında tutar ve çözümün değil de sorunun parçası olmayı tercih ederse, diğer bir deyişle iktidar partisini BDP ile başbaşa bırakırsa işler daha da karışacaktır. Bunun tersine, Kılıçdaroğlu kampanyada vaat ettiği gibi çözüm için bedel ödemeye bile razı bir pozisyon alırsa MHP iyice yalnızlaşır ve işler kolaylaşır. Fakat Kılıçdaroğlu’nun elinin çok da kuvvetli olmayacağı açık. Her ne kadar oylarını 2007’ye kıyasla 5 puan artırmış olsa da AKP’nin yüzde 50 oyu karşısında bu ilerleme hiç de tatminkâr değil. 13 Haziran sabahından itibaren CHP içinde başlayacak olan yeni iktidar savaşlarının ana temalarından birinin de Kılıçdaroğlu’nun başlatmış olduğu açılımlar, örneğin Kürt sorunu konusundaki pozisyon değişikliği olacağı kesindir.
MHP’nin belirsiz geleceği
Aslına bakılacak olursa bu seçimden her partinin bir şekilde “başarılı” çıktığı söylenebilir. AKP ve BDP’nin başarıları çok bariz, CHP de oylarını 5 puan artırmış olmakla teselli bulabilir, MHP’ye gelince yüzde 10 barajını aşmış olması bile tek başına başarı olarak algılanabilir; hele bu konunun seçim döneminin en önde gelen tartışma konularından biri olduğu düşünülürse.
Fakat MHP’nin oyunun azalmış, milletvekili sayısının net bir şekilde düşmüş olması, zaten kaset skandallarıyla sarsılmış olan Devlet Bahçeli’yi iyice sarsacaktır. Kampanya boyunca MHP Lideri’nin partisindeki gerilemeyi durdurabilecek politika ve stratejiler geliştiremediğini görmüştük. Hatta bu partiyi baraj altına çekmek için tezgahlanmış olduğu açık olan kaset komplolarının bu parti için bir tür doping etkisi yaratmış olduğunu bile ileri sürebiliriz. Sonuç olarak 12 Haziran’ın MHP’ye hiç ama hiç yaramadığını, bu partinin kendisini toparlamasının hayli güç olacağını söyleyebiliriz.
Toparlarsak ana gündem maddesinin Kürt sorunu olduğu yeni bir döneme giriyoruz. Bu dönem çok çetin geçecek. 12 Haziran seçimleri, Kürt sorununun çözümü için sayısız fırsatlar sunuyor, ama eski ve yeni riskleri de yabana atmamalı.
Bu anlamda Başbakan Erdoğan bu seferki “balkon konuşması”nda da umut verdi. Temennimiz onun yeni bir anayasa için uzlaşmayı sonuna kadar zorlama sözünü, muhtemel her türlü engelleme ve zorluğa rağmen yerine getirmesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder