Ortadoğu’da kısmen dış manipülasyonlarla sürüp giden ayaklanmalara ‘Arap Baharı’ deniyor. ‘Bahar’ kısmı henüz tam olarak başlamadıysa da diktatöre karşı ayaklanma Ortadoğu’da demokrasi için pek çoklarını umutlandırdı. İçeride ise bazı çevreler Türkiye’de de benzeri gelişmelerin olabileceğini, olası bir ‘Türk baharı’nda mevcut yöneticilerin sokak gösterileri ile alaşağı edileceğini söylüyorlar, daha doğrusu umuyorlar. Doğrusu ya bu beklenti gerçekçi değil. Çünkü Türk baharı başlayalı 100 yıldan fazla oluyor. Türkler bir asırı aşkın bir süredir demokrasi mücadelesi veriyor. Son 10 yılda ise mücadelenin en hayati kısımları yaşanıyor. Örneğin Ergenekon Davası, Balyoz Davası, Kenan Evren’in, yani 12 Eylül Darbesi’nin yargılanması Türk Baharı’nın en canlı göstergeleri.
Sözün özü 12 Eylül’ü yargılayabilen bir Türkiye demokrasi yolunda en büyük devrimi, en büyük baharı yaşıyor demektir ve bundan sonra da yakalanan baharı sürdürmek için elden gelen yapılmalıdır. Bu bağlamda seçimden sonra en önemli konu Anayasa değil, bu devrimin sürdürülmesi olmalıdır. Anayasa bu yolda bir hedef değil, sadece bir araçtır.
Öcalanistan hayali
Dört gözle ülkeyi iç savaşa sürükleyecek bir ‘bahar’ bekleyenlerden önemli bir kısmı da Kürtçüler, yani BDP’liler. Öcalan’ın talimatı ile Diyarbakır ve diğer bazı illerde Tahrir Meydanı’nı veya Tunus’u taklit etmeye çalışıyorlar. Fakat nafile, olmuyor... Aklı başında Kürt çoğunluk sokaklara çıkmıyor.
Buna rağmen bir an için tam tersini varsaysak, yani Kürtler ayaklansalar ve başlarına Abdullah Öcalan’ı getirseler sizce ne olurdu?
Kürtler özgürlüklerine ve demokrasiye Öcalan’ı izleyerek kavuşurlar mıydı? Hiç sanmıyorum. Öcalan’ın yazdıklarını ve söylediklerini uzun süre okumuş biri olarak Öcalan’da Kaddafi’nin ve Saddam’ın ruh ikizini görüyorum. Öcalan Türkiye’deki hiçbir ‘yeni siyasi figür’e benzemiyor. Eğer Öcalan’ın elinde imkan olsa kuracağı rejim aynen Esad’ın Suriye’de kurduğu rejim gibi olurdu: Her sokakta onun resmini görürdük örneğin. Her meydana Öcalan heykelleri diktirir, ‘hikmetli’ sözlerini ‘bunu yazan Öcalan’ tadında her bulduğu duvara yazdırırdı. Yazdığı kitaplara kutsallık atfeder, ilkokul çocuklarını “varlığım Kürt varlığına armağan olsun” diye bağırtırdı... Dahası kendi devletini kurmuş bir Öcalan’ın ilk işlerinden biri de BDP’lilerin ve PKK’lıların önemli bir kısmını hapishanelere göndermek, mahkemelerde süründürmek olurdu. Kısacası Öcalan’ın kuracağı devlet Kürtlerin iradesinin siyasete yansıdığı demokratik bir Kürt devletinden ziyade Stalin kafasıyla kurulmuş bir Öcalanistan olurdu.
Nitekim bunun ipuçlarını açık seçik görüyoruz. PKK bölgede ezanın dilini Kürtçe’ye çevirmeye çalışıyor. Din üzerinde bile örgüt tahakkumu kurulmaya çalışılıyor. Örgüt Kürt bile olsa hiçbir farklı görüşe tahammül edemiyor. Küçücük öğrencilerin kaldığı yurtlar bile bu uğurda yakılabiliyor. İmamlar öldürülüyor, örgüte itaat etmeyen esnaf dayaktan geçiriliyor. Kullanılan dile baktığınızda da ağır bir Kürtçü ırkçılık hemen fark ediliyor.
Kürt Baharı mümkün mü?
Kısacası eğer ‘bahar’ demokrasiye giden yol ise, Kürtlerin baharı PKK’dan geçmiyor. Tam tersine, PKK Türkiye’nin kurtulmaya çalıştığı ne kadar anti-demokratik hastalık varsa hepsine gönüllü olarak talip. PKK Kaddafi’nin Libyası, Saddam’ın Irak’ı, Türkiye’nin 1940’ları gibi bir devlet hayal ediyor. Bu anlamda zamanı tersine çevirmenin peşinde. Tabloya böyle baktığınızda Kürtlerin baharı da Türklerin baharından geçiyor. Kürtleri Türk baharından ayırmak demek onları demokrasi yolundan alıp bir diktatöre teslim etmek demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder