Şimdiye kadar hiçbir parti, girdiği üçüncü genel seçimde, "oylarını artırarak birinci" gelmemişti.
Buna en yakın başarıya Demokrat Parti döneminde şahit olmuştu Türkiye:
Demokrat Parti, 1950 ve 1954 yıllarında seçimleri büyüyerek kazanmış, ancak ekonomiyi iyi yönetemediği için, 1957'de kazanmasına rağmen gerilemeye başlamıştı.
Eğer askerler darbe yapmasaydı, bütün araştırmalar, 1961'de yapılacak genel seçimi kaybedeceğini gösteriyordu.
İşte AK Parti'nin benzersizliği burada: 2002'de kazandı... 2007'de oyunu yüzde 47'ye çıkardı... 2011'de ise yüzde 50'yi yakaladı.
Peki, AK Parti bu başarıya nasıl ulaştı? Değişen Türkiye'yi doğru okuması sayesinde...
Ne demek bu? Yani çoğunluğun ne istediğini gördü ve ona istediğini verdi. Ama bunu yapabilmek için dünyayı da doğru okudu.
İşte bu yüzden Başbakan Erdoğan, "Balkon" konuşmasında sadece Türkiye'ye değil, çok geniş bir coğrafyaya hitap ederek, bir dünya lideri olduğunu gösterdi.
Bazı yorumcuların, bilgiç bir üslupla, "Seçmen şöyle diyor... Millet bunu istiyor" türü laflar etmesinin hiçbir anlamı yok.
Çünkü "halk" ("millet"), Ahmet- Ayşe türü bir "özne" değil... Biz ancak seçmenleri oluşturan "öbeklerden" söz edebiliriz.
AK Parti'ye oy veren öbek... Yani 50 milyon seçmenin yarısı... Türkiye'nin gerçekçi, rasyonel, pragmatik kesimini temsil ediyor.
Bu insanlar, "ekonomik gelişme, refah, istikrar" için oy veriyor:
Örneğin ev sahibi olmak, iş bulmak, işini geliştirmek, hızlı trene binmek, çocuğunu okutmak, duble yollarda araç sürmek, uçakla seyahat etmek, komşu ülkelere vizesiz gitmek, kolayca sağlık hizmeti almak için...
Sonuçlar benim "romantik" dediğim, "icraata değil kavramlara" oy veren seçmen tipinin azaldığını gösteriyor: Aksi halde AK Parti'nin oyu, 2007'ye göre artmazdı.
Başbakan Erdoğan, 5 milyon yeni oy kazandıklarını belirtti. Daha ne olsun? Daha ne yapsın?
Türkiye gibi ekonomisi bu kadar çeşitlenmiş, çok sayıda etnik grup barındıran bir ülkede, yüzde 50'lik bir mutabakat sağlamak siyasi bir mucizedir.
Bu seçimin bir galibi de piyasa ekonomisidir. Zaman geçerken "yeni kesimler" piyasa ekonomisinin parçası haline geliyor ve bundan memnun oluyor.
CHP'li sosyologların yanıldığını, "yeni" sandıkları kesimin aslında "eski ve demode" olduğunu, gerçekten yeni olan orta sınıfı AK Parti'nin temsil ettiğini defalarca yazdık. Anlamak istemediler.
Eski orta sınıf çoktan statükocu oldu: Ancak "İnadına CHP" diyebiliyorlar. Bu "Biz değişmeyiz3 demektir.
Değişimi yeni orta sınıf gerçekleştiriyor.
Birkaç saptama yapalım:
CHP'yi şişiren, yıkayıp yağlayan, "Yeni CHP" teorisi yapan medyacılar ve akademisyenler duvara tosladı. Ya gözlerinin önündeki gerçeği görmekten acizler... Ya da düpedüz yalan söylüyorlar.
Araştırma şirketlerinin aklını başına toplaması gerekiyor. Hata payı olur elbette ama bu kadar da değil!
Kemal Kılıçdaroğlu'nun ucu kaçmış iddialarının, gemlenmemiş vaatlerinin, şirazesi bozulmuş suçlamalarının ciddi bir etkisi olmadığı, çoğunluğun bunlara prim vermediği ortaya çıktı. "Lider Türkiye" hayalini kuranlar, rahat bir nefes aldı!
Kemal Bey henüz bir yıllık bir başkan olduğu için böyle bir sonuç çıktığı söyleniyor. Halbuki CHP'nin durumu kötü sayılmaz. Oyunu ve milletvekilini artırdı.
The Economist başta olmak üzere Türkiye üzerine siyasi çıkar fantezileri kuran Batı medyasının hevesi kursağında kaldı.
'ABD tipi Başkanlık Sistemi' fikri galiba rafa kalkıyor. Buna karşılık Başbakan Erdoğan, eğer istiyorsa, 2014'de Cumhurbaşkanı olmak üzere çalışabilir.
MHP, Devlet Bahçeli ile devam edemez artık. Bu liderle MHP'den ne köy olur, ne kasaba. "Türk milliyetçiliği", kayda değer projeler üretmeden, her şeye "hayır" demek midir?
BDP hiç kuşkusuz bu seçimin bir başka galibi... Kürt ulusalcılığı bir "sıklet merkezi" yaratmış durumda. Artık onlar da Meclis'teki hemen her siyasi denklemin parçası olacak.
Seçimler, Sosyalist Sol'un artık medyadan ve aydınlardan güç alan bir "eleştiri odağı" olmaktan öteye geçemediğini gösteriyor. Sokaktaki Sosyalist Sol, bugün "taş atanlar, kavga çıkaranlar" grubundan başka bir şey değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder