Evet doğru eleştiriden hoşlanmıyor. Haksız gördüğü eleştirilere duygusal sert tepkiler veriyor.
Ahmet Altan da, Cengiz Çandar da, Fehmi Koru da nasibini adlı bu tepkiden. Yani tepkiyi dünya görüşüne göre yapmıyor gazetecilerin.
Ve de genelde medyayla arası iyi değil.
Peki, medyayı ele almadan Erdoğan’ı tek başına değerlendirmek mümkün mü?
Bence değil.
Siyasi hayata atıldığı andan itibaren kavgalı olduğu medyanın hedefi hatta alay konusu oldu.
Okuduğu şiir yüzünden hapse atılması coşkuyla karşılandı.
AK Parti’yi kurmaya soyunduğunda, hakkında “Muhtar bile olamaz” manşetleri atıldı.
Kendisinin, ailesinin, yakınlarının, arkadaşlarının yaşam biçimleri sert bir dille eleştirildi, alay konusu yapıldı.
Binali Yıldırım’ın eşiyle ilgili manşetler bunun sadece bir örneği.
Eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın evinin önündeki ayakkabı fotoğrafları bir başka örneği.
İktidar olması hiçbir zaman hazmedilmedi.
Hep göbeğini kaşıyan adamların başbakanı olarak değerlendirildi.
Dağdaki çobanın seçtiği başbakan gözüyle bakıldı.
Zurnanın zırt dediği yer, cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu.
Abdullah Gül’ün adaylığıyla AK Parti’nin kapatılması için düğmeye basıldı.
Erkan Mumcu’nun iddiasıyla demokrasiye destek için Meclise girmeyen ANAP ve DYP’nin desteğiyle 367 milletvekili bulunamadı ve askerden alınan talimatla Anayasa Mahkemesi, Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini engelledi.
Turbun büyüğü aslında heybedeydi, bunun ardından AK Parti’nin kapatılması planı vardı ama süratle alınan erken seçim kararı bu oyunu bozdu.
Sonunda üniversitede kılık-kıyafeti düzenleyen anayasa değişikliği istedik
leri fırsatı verdi onlara. Hürriyet’in “411 el kaosa kalktı” manşeti kapatma davasının işaret fişeğiydi aslında. Milliyet ve Vatan da yancı olarak destek verdi Amiral gemisine.
Genelkurmay’a gönderilen istihbarat raporunda ne deniliyor zaten:
“Aydın Doğan’a bağlı medya kuruluşlarının sağlayacağı medya desteği ile Erkan Mumcu önderliğinde birleşen ANAP ve DYP’nin çekim gücü ile bu partiye katılacak TSK’ya yakın ve AKP düşmanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Sinan Aygün, Abdüllatif Şener ve Cemil Çiçek gibi isimlerle bir oluşum sözü verildiği ve oluşumun müdahaleden sonraki ilk seçimlerde iktidara taşınacağına kesin gözüyle bakıldığı hususlarınının iletildiği bilgisi elde edilmiştir.”
Yani bugün “basın özgürlüğü tehdit altında” diye bağıran Doğan Medyası, AK Parti’nin kapatılması için askerle işbirliği yapmış.
O dönem Doğan Medyası’na baktığınızda bu iddianın yadsınamaz örneklerini görürsünüz zaten.
Bir medya grubunun Ankara çalışanlarının askerle aşırı derecede içli dışlı olması, onların seçilmişlere bakışının açık göstergesidir aslında.
Bir ülkede medyanın askerle işbirliği içinde hükümet devirmeye soyunması ne zamandan beri basın özgürlüğü kapsamına giriyor bilmiyorum açıkçası.
Ayrıca bu medya istediği ihaleleri alamayınca doğrudan Başbakan Erdoğan’ı hedef alan yayınlar yaptı.
Açıkça Erdoğan ve AK Parti’nin hasmı gibi davrandı.
Bu grubun Amiral gemisi bugüne kadar hep önemliydi çünkü askerin ve darbenin en yakın payandası onlardı.
Bugün bu önemini kaybetti çünkü bir darbe olasılığı görece zayıfladı ama medyayla darbeci asker arasındaki akrabalığın bittiği anlamına gelmiyor elbette.
Darbecilik gazetecilerin genlerinde var mı bilmiyorum ama kimi medya sahiplerinin ceplerinde olduğu aşikar.
Şimdi siz Erdoğan’dan bu yakın geçmiş hiç yokmuş gibi davranmasını, bu medyanın tavrını iyiniyetle yorumlamasını istiyorsunuz.
Medya diye ticarethane özgürlüğünü savunanlara hak veriyorsunuz.
Evet, Erdoğan’ın medyaya ilişkin tutumunda ciddi sıkıntılar var ama medyanın demokratlığını ve asli işlevini tartışmadan bu konuya girmek ne kadar doğru bilmiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder